Kasvetli bir sonbahar mevsimi geçiriyoruz. Sürekli değişen, sert rüzgarlara açık, güneşi maskeleyen puslu bir havanın baskısı üzerimizde. Sabah büyük kentlerin insan kalabalığında yürümeye çabalıyorum. Günaydın, ya da “iyi sabahlar” demeyi çoktan unutmuş asık yüzler, ürkek bakışlar, telaşla işlerine yetişebilmek için koşuşturan emekçi kadınlar, öfkesini dışarıya vurmaya hazır erkek egemenliğinin ortaya çıkardığı yeni tipler çarpıyor gözüme. Yeni tiplerin ortak özellikleri yüksek sesle konuşmak. Telefon konuşmaları da, sohbetleri de kavgacı bir tonlama ile herkesin duyacağı biçimde bağırarak yapılıyor. Belli ki kıymetli fikirlerini, kaba sözcüklerini cümle alem öğrensin duysun istiyorlar. Görgü kurallarının yanından bile geçmemişler. Belli ki egoları fazla şişik. Ülke yangın yerine dönmüş ama onların sözcükleri salt mal ve kazanç üstüne. Arap turistlere, sığınmacı olan Araplara da öfkeyle kinle bakanların çoğunluğunu bu kesim oluşturuyor. Varlıklarından rahatsız olduklarını abartarak gösteriyorlar. Bu kategoriye girenlerin kadın – erkek olması gerekmiyor. Kendilerini milliyetçi zanneden ırkçılığa kaymış yurttaşlarımız bizim. Empatiden yoksunlar. Yabancı düşmanlıkları korkutucu. Sanki savaş onların suçu. Sanki IŞİD’in ya da öteki radikal İslamcıların dünyayı kana boyama, ateşe verme projelerinin sorumluları caddelerde, otoban kenarlarında çoluk çocuk aç sefil dolanan, yaşama mücadelesi veren bu insanlar… “Arap coğrafyasından gelen sığınmacıların tümü Suriyeli” diyerek Suriye devletine karşı var olan öfkeyi daha da yaygın hale getiriyorlar. Dün denecek kadar yakın bir zamanda dış politikamızın en yakın dostu bildiğimiz, halkların kardeş sayıldığımız Suriye’ye kin ve öfkeyi neden büyütüyor iktidar anlamak zor. “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkemiz giderek değişiyor. Yeni ilkemiz “Yurtta Savaş Dünyada Savaş” olmasın sakın. Olmamalı da.
İnsanlık bir utanç çağının arifesinde. Varsılı yoksulu ile hemen bütün ülkelerde ırkçılık tırmanışta. Kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımak istemiyorlar. Arap Yarımadası’nda, Afrika’da, Uzakdoğu’da bölgesel çatışmalar bitmek bilmiyor. Hayat buldukları topraklardan sürülen, göçe zorlanan ihsanların trajedisi artık sıradan haber gibi yer alıyor medyada. Bebek, çocuk ölümleri, kadın tecavüzleri ve ölümleri de öyle. Belki de bu çağa geleceğin tarihçileri “Utanç Çağı” tanımını koyacaklar. Vahşi kapitalizmin ulaştığı, son kerte.
Geçen hafta Gazetecilere Özgürlük Platformu adına Urfa’ya gitti TGS Genel Başkanı Uğur Güç. Kobanê’deki dehşet verici çatışmayı, IŞİD ablukasını, sınıra yığılan insanları haberleştirmek için çok zor koşullarda uğraş veren muhabir, foto muhabiri ve kameramanlarla konuştu. Onlara yönelen tehdit ve baskıları hem dinledi ve hem de bazı olaylara tanık oldu. Gazetecilik öyle bir noktaya geldi ki, her haber devlet sırrı. Olmadı yargı kararı. Şimdi Güneydoğu sınırımıza dayanan bir saldırı söz konusu. Gazeteci tanık olunan acıları, insanlık dramlarını, savaşın yazarak, görüntüleyerek halkıyla paylaşamıyor. Acıyı, insanlık ayıplarını, dehşeti içine atıyor, içinde saklıyor salt. Gazeteler, televizyon kanalları, İnternet haber blogları nesnel habere yüz vermiyor, kullanmıyor. Yasaklar, yasaklamalar, sansür gazetecinin haberinin okura ulaşmasını engelliyor. Basın özgürlüğü yok dediğinizde de İktidarın etkili/yetkilileri kızıyorlar. Ama gerçek ortada. Basın özgürlüğünün olmadığı bir toplumda demokrasi yeşermez. Bu da evrensel siyaset biliminde kabul gören bir ilke. Söyler dururuz gazetecilik zor bir zenaattır. Uzaktan kumandalı yapılamaz. Hele hele önünüze konulan dosyalarla, iktidara yalakalıkla ve de tek yanlı devlet ağzıyla hiç yapılmaz. Gazetecilik için önce vicdan gerekir, sonra da meslek ilkelerine bağlılık ve insan sevgisiyle dolu kocaman bir yürek ister.
Yazıyı bir şiirle sonlayacağım. Şiir bir nebze de olsa dış dünyada üretilen sıkıntılardan alır insana götürür bizi. Dostum, Şair Eray Canberk’in dizelerini paylaşıyorum sizlerle:
“Derinde”
akşam yorgunluk demek
ne nerede ne biter-
depreşen eski yalnızlığa
kenar kıyı yan çizer
her zaman biraz kırgın
(karanlıkta karaltı
gibi kalmış) bir aşkın
donuk güzelliğini sever
günlerin tezgâhında
-ey meşakkat ustası-
nedir işlediğin deri
-ey yüreğini yontan zerger-
Kent Kırgını: Eray Canberk. Toplu Şiirler. YKY