Başbakan Erdoğan’ın AKP grubunda ya da meydanlarda yaptığı konuşmalar artık şaşırtmıyor beni. Yaşantısı boyunca darbelere, darbe girişimlerine, sıkıyönetimlerin, olağanüstü hal uygulamalarının, bireylerin temel hak ve özgürlüklerine getirdiği kısıtlama ve baskılara tanık olan, ülkede çağdaş bir demokrasinin yeşerebilmesi adına katkı sunmaya çalışan bir gazeteci olarak sadece üzüntü veriyor. Toplumun tümünü kucaklaması gereken bir başbakanın nasıl bu denli ayrımcı ve hedef gösterici olabileceğini doğrusu aklım almıyor. Geçenlerde meydanlarda yine öfkeyle, solcuları, ateistleri suçlayarak yolsuzluğa karşı mitingleri onların kışkırttığını söylüyordu. Bu ülkede ne zamandan beri inanç ya da inançsızlık suç haline geldi. Anayasa ve yasalar çerçevesinde siyasete giren sosyalist partiler ve üyeleri neden Başbakanın hışmına uğruyor. Sosyalizme inanan ya da ateist olmayı seçen yurttaşlara bundan böyle ülkede hayat hakkı yok mu demek istiyor iktidarın başı. Bu bir hedef gösterme, bu bir nefret söylemi değil de nedir? Bir başka AKP yetkilisi cadı avı olmayacak diyor. Mc Carty’cilik yapmayacaklarmış. Kime söylüyor? Üzerlerindeki korku iklimini daha da süreğen hale getirmeye çalıştıkları yurttaşlara. Türkiye kocaman bir cezaevine dönüşmüşken, insanlar yıllardır devlet tarafından fişlenirken, Kürt, Ermeni, Alevi çocuklara, kimi ilköğretim okullarında soy kütüğü uygulaması sürerken, ayrımcılık, ötekileştirme sizlerin iktidarında yeniden hortlamışken, gazeteler ve gazeteciler kıskaç altına alınmışken, iktidarın yeni oluşturduğu polis gücünün şiddeti tüm yurda yayılmışken gönül rahatlığı ile söyleyebiliyor. Ne yazık!
Gazetecileri hedef gösteren siyasilerin yol açtığı şiddet geçen hafta Türkiye Gazeteciler Sendikasının Genel Sekreteri Mustafa Kuleli’ye yöneldi. Kurtuluş’ta arkadan saldıran üç kişi meslektaşımız Mustafa Kuleli ve arkadaşını darp ettiler. Mustafa Kuleli’nin başına beş dikiş atıldı hastanede. Saldırganlar mı? Elbette bulunamadı. Çünkü polisin gösterici sopalamak, biber gazıyla, tazyikli suyla toplulukları dağıtmak gibi çok önemli görevleri var. Hem gazetecinin dövülmesine alışık onlar. Kendileri dövmemiş de başkaları dövmüş ne fark eder.
1 Mart Cumartesi günü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti The Marmara Oteli’nde gazete yöneticilerini bir araya getirdi. Amaç giderek kamuoyunda itibar kaybeden gazeteleri ve gazeteciliği konuşmak, hangi görüşte olursa olsunlar gazete yöneticilerini “salt gazetecilik” zemininde bir araya getirmekti. Doğal olarak devlet ve iktidar kurumlarının yıllardır gelenek haline getirdikleri akreditasyon uygulamasına bizim uymamız beklenmezdi. Dolayısıyla yaygın basından sağ ve sol görüşlü gazeteler dahil 42 gazetenin yönetim temsilcilerini çağırdık. Son gelişmeleri titizlikle gözleyen ana akım medya davete katılmadı. Bir bölümü son anda karar değiştirdi. Güzel olan yan şu ki, görüşleri birbirine uymasa da tüm gazeteciler meslek ilkelerine uygun bir gazetecilik için ortak zeminde buluşmaya istekliydi. Birbirlerini eleştirseler de kızmadan, küsmeden birbirini dinledi katılımcılar. Kısa sürede bir yenisinin düzenlenmesi konusunda da görüş birliği oluştu. Toplantı sonunda salondan ayrılırken siyasetin, patronajın ve de iktidarın baskılarına rağmen karşıt görüş de taşısalar gazete genel yayın müdürleri, editörleri birbiriyle diyalog kurmayı başarırlarsa gazeteler de gazetecilik de yitirdiği itibarını geri alabilecek diye düşünmeye başlamıştım. Bu umudu sağlamak bile az şey değildi.