KÜLTÜR/SANAT-Oscar alan 10 film

oscarKerem Akça, ‘Yabancı Dilde Film’ kategorisinde Oscar alan en iyi 10 filmi seçti. 2010 Oscarlarında ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisinin galibi Arjantin yapımı “Gözlerindeki Sır” geçen hafta, onun rekabete girdiği Alman filmi “Beyaz Bant” 30 Nisan’da vizyona girmişken bu alanın en iyilerine bakmak istedim. Elbette Oscar’larda hiçbir zaman ‘yabancı film’ kategorisinin galibi o yılın en iyi Avrupa filmi değildir. Bu durum, özellikle son 10 yılda daha da ayyuka çıktı. Öyle ki çeşitli şirket faktörleri ve pazarlama stratejileri müdahale ediyor bu duruma. Zaten “Üç Maymun”un da Cannes’da ödül almasına karşın yarışa girememesi bu bakış açısının göstergelerinden biri. Ancak elbette geçmişe bakınca Federico Fellini, Akira Kurosawa, Vittorio de Sica gibi sinema tarihinde ses getirmiş yönetmenlerin işlerinin bu ödüle ulaştığına tanıklık edebiliyoruz.
Zaten benim oluşturduğum listede de genelde 1980 öncesi eserler bulunuyor. Bu kategori 90 sonrasında ‘en iyi’ye çok fazla ayna tutmadığından… Bu filmler:

1-Teneke Trampet (Die Blechtrommel/Tin Drum) (1979)

1. Dünya Savaşı zamanında doğan garip bir çocuğun Almanya ile paralel akan hayat öyküsü. Oscar, mitolojik bir doğumun ardından cüce olarak yaşamını sürdürmüştür. Volker Schlöndorff’un Günter Grass’ın bu tartışmalı romanından uyarladığı kurmaca biyografi de, Wes Anderson’dan Tsai Ming-Liang’a kadar sayısız ‘komedi’ üreticisi ismi etkilemiştir absürd komedi tonuyla. “Teneke Trampet”in Oscar’ın haricinde Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye uzandığını da ekleyelim.

2-Rashomon (1950)

Usta Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın yurt dışına açılmasına sebep olan film adıyla anılabilir. Bir samurayın yaşadığı tecavüz olayını farklı bakış açılarıyla perdeye taşıyor. Böylece ‘polisiye’de ‘farklı bakış açılarının üzerine kurulan olay örgüsü’ formülünün nasıl veliahtı olduğunu açığa çıkarıyor. Başta Bertolucci’nin “The Grim Reaper”ı (“La Commera Secca”, 1962) ve bağımsız film “Wonderland” (2003) olmak üzere birçok eserde keskin bir etkisi vardır bu yapıtın…

3-Sekiz Buçuk (Otto e Mezzo/Eight and a Half) (1963)

Federico Fellini’nin yönetip, başrolü Marcello Mastroanni’ye verdiği yapıt, bir yaratıcının yazamama krizini gözler önüne serer. Dünyasıyla da hayal ile gerçek arasında çok katmanlı bir yapının izini sürer. Bir bakıma Fellini’nin alter egosunun evrenidir bu. Yönetmenin gerçek hayatından izler taşır. Ancak önemli olan ‘yaratıcılık bunalımı dönemi’ formülünü ilk kez sinemaya sokan film olmasıdır. “Barton Fink” (1991), “Tersyüz” (“Adaptation.”, 2002), “Images” (1972) gibi eserleri etkilemiştir.

4-Bir Kadın ve Bir Erkek (Un Homme et Une Femme/A Man and A Woman) (1966)

Fransız Yeni Dalgası eğiliminin içinde yer alan Claude Lelouch’un ‘kadın ile erkek’ filmlerinin ilkidir bu yapıt. Kanımca sinema tarihinin en iyi birkaç aşk filminden biridir. Anouk Aimée ile Jean-Louis Trintignant’ın tesadüfen karşılaşan, her ikisi de çocuklu olan orta yaşlı karakterlerinin yaşadıkları duygu seline uzanır “Bir Kadın ve Bir Erkek” temelde. Siyah-beyaz ve renkli anları da içinde bulunduran yapıtın özgünlüğünü halen unutmak mümkün değil!

5-Closely Watched Trains (Ostre sledované vlaky) (1966)

1960’ların Çek sinemasında Vera Chytilova ile beraber en bilindik isimdir Jiri Menzel. Sosyal taşlamaları ile tanınır. Genelde sıradan alt-orta sınıf bireylerinin hikayelerini anlatarak İtalyan Yeni Gerçekçiliği’ne yakın durur. Burada da bir tren istasyonu görevlisinin ilk seks deneyimini yaşama arzusunu öne çıkarıyor. Kapana sıkıştırılan karakterin dışarı açılma psikolojisini zekice yansıtmayı beceriyor.

6-Burjuvazinin Gizli Çekiciliği (Le charme discret de la bourgeoisie / Discreet Charm of the Bourgeoisie) (1972)

Burjuvaziyi keskin hicivleriyle sürekli alaya alan Luis Bunuel’in 60’ların sonunda başlayan Fransa’daki çıkış döneminin en çok önemsenen filmi. O sınıfa mensup bir ailenin yozlaşmışlığı için ilginç taşlama metodları bulmuş bir garip eser. İspanyol bir ustanın başyapıtı…

7-Bisiklet Hırsızları (Ladri di Biciclette/The Bicycle Thief) (1948)

Vittorio de Sica’nın alt sınıf bireyi bir adamın İtalya’daki sıkışmışlığını ele aldığı unutulmaz filmi. Eser, Roberto Rossellini’nin “Açık Şehir Roma” (“Rome, citta aperta”, 1942) ile başlattığı İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımının en kolay özdeşleşilebilen ve en çok duyulan halkasıdır. Bisikletini kaybettiği için işine zar zor giden Lamberto Maggiorani’nin Antonio karakteri halen unutulamadı zira!

8-Amarcord (1973)

1930’larda İtalya’nın küçük bir köyünde yaşayan insanların hayatlarından manzaralar… Federico Fellini’nin p çok sevdiği o ‘bol hikayeli film modeli’nden güç alan görsel anlamda çok boyutlu ve çarpıcı bir film. Yönetmenin en iyilerinden değil ama ilk onuna kesin girer…

9-Annem Hakkında Her Şey (Todo Sobre Mi Madre/All About My Mother) (1999)

İspanyol sinemasının ‘pembe dizi estetiği’, ‘kadın öyküleri’ ve ‘melodram’ açısından medar-ı iftiharlarından ve auteurlerinden olan Pedro Almodovar’ın kanımca en iyi filmi. Cecilia Roth, Penelope Cruz, Marisa Paredes gibi oyuncuları barındıran eser, anne-oğul ilişkisi üzerine en sinemasal temsillerden biridir. Ölüm, alt kültür gibi kavramlara yaklaşımıyla da ailelerdeki dramı ele alışı halen akıllardan çıkmamıştır!

10- Fanny ve Alexander (Fanny Och Alexander/Fanny and Alexander) (1983)

İsveçli usta yönetmen, ülke sinemasının babası Ingmar Bergman’ın miras filmi. İsmini bir tiyatro şirketinin oğlu ve kızı olan iki çocuktan alan eser, yönetmenin renkli döneminin bir özetini sunar aslında. Sanatçının kişisel filmi olsa da din, ölüm, aile gibi kavramları inceler yine ve soyut bir ortam yaratmayı becerir.