Neredeyse yılbaşından beri ekonomi konusuna her değindiğimizde FED’in güvercin duruşu ve KGF’nin (Kredi Garanti Fonu) etkisiyle yaşanan geçici bahar havasından bahsettik. Bunun yılsonuna doğru bir düzeltmesi olacağını ve dolar/TL’nin (tüm varlıklar dolara karşı fiyatlandığı için döviz yerine dolar diyebiliyoruz) eski yüksek seviyelerine yeniden yaklaşacağını iddia ettik. Kısacası, kurlardaki ilk yukarı hareket bizim açımızdan sürpriz değildi. Ama piyasalar ABD’nin Zarrab Davası üzerinden yeni bir operasyon başlatabileceği kokusunu alınca işler biraz karıştı.
Kurlar hareketlenince neoliberaller gözlerini hemen Merkez Bankası’na çevirerek, PPK’nın ne oranda faiz artıracağını konuşmaya başlar. Doların yükselmesi, tatlı kazançların bir miktar erimesi demektir. Reel kesim ise, eğer net ihracatçı değilse ne doların ne de faizin yükselmesini ister. Borcu olmayan işadamları bile döviz veya faiz artışının ekonomide durgunluk ve iflaslara neden olmasından endişelenir. Kaldı ki çoğu borç batağındadır. Ve enflasyonu tetikleyip vatandaşın geçim sıkıntısını artırdığı için devleti yönetenler de elbet bundan rahatsız olur.
Bugün olduğu gibi dövizin hareketlendiği her zaman faiz de birlikte konuşulur. Neoliberal kesim, enflasyonu bahane ederek ‘’faiz artsın, döviz artmasın’’ derken, milli ekonominin güçlenmesini ve dışa bağımlılığın azalmasını isteyenler ‘’asıl olan büyümedir, enflasyona razı olalım’’ der, faizin artmasını istemezler.
Oysa faiz ve enflasyon birbiriyle etkileşim içindedir ama hangisinin diğerini öncelikle etkilediği konusu tamamen ekonominin yapısallığı ile ilgilidir. Cari fazla veren bir ekonomide döviz kıtlığı olmaz. Muhtemelen kendi parası da zaten dövizdir, yani uluslararası ticarette kullanılabilir. Bu ekonomiler durgunluğa girerse, enflasyon talep yetersizliğinden dolayı düşer. Bu durumda toplam talebi canlandırmak için faizler daha da düşürülür. Sıfıra, hatta Euro bölgesinde gördüğümüz gibi eksiye dahi indirilebilir.
Ancak burada enflasyon, faiz düşük olduğundan değil, talep yetersizliğinden düşmüştür. Faizi yükseltirseniz enflasyon yükselmez. Tersine talep daha çok düşeceği için enflasyonu daha da aşağıya çeker. Israr halinde olay deflasyona kadar gider. Canlanma başladığında ise, enflasyonda ipin ucu kaçmasın diye faizler kademe kademe artırılır. (Amerikan Merkez Bankası Fed’in yaptığı gibi). Burada faiz enflasyonu artırmamış, enflasyon yükseldiği için faiz zorunlu olarak artırılmıştır. Hatta para otoritesi enflasyonun artmasını dört gözle bekler duruma gelmiştir.
Cari açık veren ekonomilerde ise olay farklıdır. Burada milli paralar yumuşaktır, uluslararası ticarette pek talep edilmezler. Büyüme için dövize ihtiyaç vardır ve para (döviz) yüksek faizi bulduğu yere gider. Faizi yeterli bulmazsa kaçar. Bu durumda azalan döviz arzı kurlarının yükselmesine ve oradan da kur geçirgenliği nedeniyle enflasyona yansır. Bu çeşit ekonomilerde döviz, faiz ve enflasyon bir sarmal şeklinde birlikte hareket ederler.
Siz burada yatırımlar artsın, büyüme hızlansın, işsizlik de azalsın diye zaten eksi olan reel faizi daha da düşürmeye kalkarsanız, tersi olur. Dolar, faiz, enflasyon hepsi birlikte artar. Günün sonunda istikrar toptan bozulur. Bu nedenle piyasalardaki asıl oyuncunun faiz olduğunu unutmamak ve özellikle siyasi koşulların ekonomik koşulların önüne geçtiği veya geçebileceği kritik dönemlerde faiz silahını fazla zorlamamak gerekir.
Sonuç olarak, enflasyonun asıl sebebi cari açık ve onun yarattığı kırılganlıktır. Halbuki toplam ihracatınız toplam ithalatınızı geçerse döviz bulmaya ihtiyaç olmadığı gibi, vereceğiniz faiz de cebinize kalır. O zaman borçlanma ekonomisine başka suçlu aramaya, Merkez Bankası’mızı şamar oğlanına çevirmeye de gerek kalmaz.