Deli gömleği

PKK, FETÖ ve onların yurt içindeki destekçilerine karşı verilen mücadele başta Almanya, Fransa ve Belçika olmak üzere bazı AB ülkelerini tabiri caizse kudurtuyor!
Bu süreci akamete uğratmak için ne yapacaklarını şaşırmış durumda bir o tarafa bir bu tarafa koştururken, sonunda çareyi sanki ortada samimi bir irade varmış da açılan başlıklar birer birer kapanıyormuş gibi ‘’Müzakereleri dondururuz’’ demekte buldular.
Ama Türkiye ‘’Donduracaksanız dondurun, nihai kararınızı da verin artık’’ şeklinde bir çıkış yapınca kamuoylarına mahcup olmamak için Avrupa Parlamentosu’ndan bağlayıcılığı bulunmayan göstermelik bir tavsiye kararı çıkarmakla yetindiler!
İşin gerçeği şu ki; müzakereleri dondurmak, üzerimizdeki kontrollerini hepten yitirmek demek olduğundan emellerine ulaşamadıkları bu safhada kafalarına pisleseniz bile bunu yapamayacak olmalarıdır.
Türkiye’nin aleyhinde olan ne varsa arkasında bunlar vardır. Bir örnek de Kıbrıs müzakereleri… Bilmem kaçıncı kez yapılan müzakerelerin düğüm noktası yine Türk toprakları ve garantilerin kaldırılması.
Rumlar, her defasında Güzelyurt gibi en verimli toprakların, Karpaz gibi en stratejik noktaların kendilerine devredilmesini istiyor. İstekleri olmayınca da imza atmadan kalkıp gidiyorlar. Bu şımarıklığı kime güvenerek yapıyorlar? Avrupa Birliği’ne.
Asla gerçekleşmeyecek bir üyelik için yapılan sözde müzakereler ve onun mütemmim cüzü Gümrük Birliği, Türkiye’nin elini kolunu bağlıyor. Oysa bu ülke AB olmadan da kendi vizyonunu çizme ve uygulama imkanına sahip. Ulusal çıkarlarımıza fayda yerine zarar veren AB’nin bu ikiyüzlü, düşmanca siyasetine acaba daha ne kadar katlanacağız?
Mülteci anlaşmasını da titizlikle (!) uygulamamıza rağmen vize muafiyetini askıya alıp milli onurumuzu rencide ederlerken uluslararası saygınlığımız sorgulanmıyor mu zannediyoruz.
Artık madem ki en yüksekten dillendiriliyor… Öyleyse bunlarla söz düellosunu bırakıp konuyu en kısa sürede (siyasi istismarını önlemek için) referanduma götürelim. Kuvveden fiile çıkarak terör, işsizlik ve bela üreten bu sakat ilişkilerden, bu deli gömleğinden bir an önce kurtulalım derim.
KRİZ DEĞİL AMA BEDEL
Geçen ay gerçekleşen FOMC toplantısından sonra FED’in Aralık’ta faiz artıracağına dair beklentiler güçlenmişti. Piyasalar kendilerini buna hazırlamaya çalışırken üstüne Trump’ın başkanlık seçimini kazanması geldi ki bu tam bir sürpriz oldu.
Trump, ABD’de büyümeci politikalar uygulayacağını söyleyerek orta sınıflardan oy aldı ama Keynesyen politikalar enflasyon yaratır. Bu da FED’in gelecekte daha çok parasal sıkılaştırmasını gerektirir ki, Amerikan tahvillerinde görülen yükselişin nedeni de bu.
Bu yeni gerçek önümüzdeki dönemde dolar üzerinde yukarı yönlü baskı yaratacaktır. Biz de maalesef bunu en çok hissedecek ekonomilerin başındayız. Ama kurların yükselmesinin olumlu tarafları da yok değil. İthalatı azaltarak cari açığı düzeltmek gibi… Ulusal parada uzun bir süre aşırı değerlenme olamayacaksa ikameciliği özendirerek yurtiçinde üretimin yolunu açmak gibi… Genç nüfusa kalıcı istihdam sağlamak gibi… Bu nedenle sanayileşmiş ülkeler paralarının fazla değerlenmesini istemiyorlar ve ekonomilerini korumak için ‘’kur savaşları’’ yapıyorlar.
Biz de tersini yapıyoruz!.. Özellikle dolar kuru yükselmeye başlayınca paniğe kapılıp faiz silahına sarılıyoruz. Kar hırsı ve kendi tedbirsizlikleri yüzünden açık pozisyonla yakalanan ithalatçı kompradorları, sistemin medyasının yaygarasıyla birlikte, her seferinde bin bir güçlükle üretim yapmaya çalışan reel sektöre tercih ediyoruz.
Neyse ki TCMB, bu defa faiz lobisinin gazına gelip ölçüyü kaçırmadı ama önümüzdeki dönemde bu kadarı yetmeyebilir. Çünkü Türkiye’nin bugün içerde ve dışarda yaptığı haklı mücadele dünyayı kendi istedikleri gibi şekillendirmek isteyen güçlerin hoşuna gitmiyor. Tepkilerini küresel sermaye vasıtasıyla ekonomi üzerinden veriyorlar.
Yüksek faizle borç alıp yaşamanın zaman zaman katlanmak zorunda olduğumuz bedelidir bu. Katlanacağız ama kemer sıkmadan yaşamaya devam edersek de hayıflanmayacağız.