Avrupa Birliği ile müzakere yapmak!.. Suriyeli mülteciler Avrupa’ya akın edince, AB Türkiye’yi hatırlamak ve kesenin ağzını açmak zorunda kaldı. İşine yarayacak eğitimlileri alıp, kendisine yük olacak gariban takımını Türkiye’ye gerisin geri postalamak için de müzakere tiyatrosuna yeniden başladı.
AB’nin söz konusu tiyatroda sergilediği bu seferki oyunlar arasında; kapanmayacak başlıklardan birinin daha açılması,72 dereden su getiren sözde vize muafiyeti, zavallı mülteciler için bile keyfiyete bağlanan mali yardımlar, demokrasi ve fikir özgürlüğü bahanesiyle PKK’ya ve işbirlikçilerine verilecek destekler ve belki de daha fazlası var.
AB, Türkiye’yi içine alacakmış gibi yaparken, Türkiye’de tam üye olmak istiyormuş gibi yaparak günü kurtarmaya bakıyor. Suriye’de hesapların ters dönmesiyle yaşanan olumsuzluklara ilaveten, şehirlerde patlayan canlı bombaların halkta yarattığı travmalara Batı’dan kaynaklanan yeni sorunlar eklensin istemiyor. İlaveten, katlanarak artan Suriyeli mültecilerin devasa iskan maliyetlerine onları da ortak etmeye çalışıyor.
Bunlar haklılığı olan anlaşılabilir konular ama öte yandan AB ile müzakereler en başından beri Avrupalılara taviz vermenin bir diğer adı olmuştur. Yunan Başbakanı Çipras, mülteci krizinin çözümü için Türkiye ile AB arasında sağlanan anlaşmanın ülkesini mülteci deposuna dönüşmekten kurtardığını, buna rağmen Türkiye’nin üyelik müzakerelerinde açılmasını istediği 5 başlığın Kıbrıs Rumlarının vetosu ile kabul edilmemesinin Yunanistan’ın diplomatik galibiyeti olduğunu söyledi. Bu sözler AB –Türkiye ilişkilerinin niteliğini bütün açıklığı ile anlatmaya yetiyor.
Ama Türkiye taviz verdikçe coşkusu artan ve bunu satış fırsatı olarak kullanan 2/3’ü yabancıların elindeki İstanbul Borsası ile yüksek faizden yararlanmak için iyimser bir atmosfere ihtiyaç duyan (faizden kazandığını yükselecek dolara kaptırmak istemeyen) sıcak paracılar, yaşanan bu olumsuzlukları kolay kazancın tadıyla şimdilik pek fiyatlamak istemiyorlar. Bu iştaha rağmen piyasaların yönünü asıl belirleyecek olan Fed’in gelecek toplantılardaki tutumudur.
Geçtiğimiz ay yurtiçi ve yurtdışı piyasalarda bir süreliğine de olsa meltem rüzgarlarının esmesinin nedeni de Fed’in bu seferki aşırı ikircikli güvercin tutumuydu. Bu da yine en çok spekülatörlere ve gelişen piyasalara yaradı. Bu piyasaların yüksek faizi uluslararası fonların bir süre daha risksiz para yapmaları için fırsat yaratırken, ülke paralarının da dolara karşı değerlenmesini sağladı. Ama kur savaşları uğruna kriterlerini sık sık değiştirerek sözünde durmayan Fed de bu arada büyük ölçüde güven kaybına uğramış oldu.
Bu sürpriz gelişme tabiidir ki piyasalarımızı oldukça rahatlattı ve geçtiğimiz Ocak ayındaki yazımda ısrarla vurguladığım gibi faiz koridorunun üst bandını aşağı çekmek için (zoraki de olsa)bekleyen Merkez Bankası’na uygun bir ortam yarattı. Ama yapmış olmak için yapılan bu göstermelik indirimin durgunluk yaşayan piyasalara can suyu olabilmesi mümkün değildir. Merkez Bankası yönetimi ne yazık ki bu uygun küresel ortamdan yine gerektiği kadar yararlanamamıştır.
Bunun nedeni Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Başdanışmanı Cemil Ertem’in ifade ettiği Merkez Bankası üzerindeki vesayet midir? Eğer vesayet ise, yeni yapılacak atamalar bu vesayeti kaldırılabilecek midir? Bu ve önümüzdeki birkaç ayın asıl sorusu budur.
Gelelim bizim korumaya çalıştığımız küçük yatırım sahiplerinin bu ay ne yapması gerektiği sorusuna… Küçük yatırımcılar bence yine dolar-gram altın-mevduat üçgeni içinde nakitte kalıp beklemelidirler. Hızlı işlem yapamayan amatör yatırımcıların bu iyimser küresel ortama kanıp boşluklar bırakarak yükselen sığ borsada para kazanması kolay değildir. Ayrıca ülke içinden ve dışından kaynaklanan siyasi risklerin devam ettiği de unutulmamalıdır. Hisse senetlerine uzun vadeli yatırım yapmak isteyenler en azından Fed’in faiz artırımlarının sonuna gelmesini beklemelidir.
Hükümet ise Fed’in normalleşmeye verdiği bu aradan istifade etmelidir. Özellikle lüks tüketimi caydırıcı tedbirler almalı, yurtiçinde üretilebilecek ürünler için de ithal ikamesini özendirmelidir. Daha da önemlisi, genç işsizlerin giderek arttığı ve artacağı günümüzde üretime dönük yatırımların öncülüğünü bizzat kendisi yapmalıdır. Devlet harcamalarına dayanan Keynesyen politikaları şartlar iyice dayatmadan düşünmenin zamanı çoktan gelmiştir.