TEKNOLOJİ: Her insanın bir frekansı var!

Yaklaşık 160 bin yıl önce ev edindiğimiz mağaraların duvarlarına resimler çizerek başladık yaşamaya. Korktuğumuz her doğal olayı, güneşi, ateşi, suyu tanrı edindik. Aklımız yettiğince düşündük; fikir edindik; “Dünya düz” dedik, farklı düşünenleri katlettik… Ömrümüzü kısacık kılan enfeksiyonlardan bihaber, hastalıklardan mustarip olanları “lanetlenmiş”, hastalıklara çare bulanları “büyücü” diye taşladık, hatta kütüklere bağlayıp yaktık. Bilim bütün direnişlere rağmen zorluklar içerisinde emeklemeyi, yürümeyi ve koşmayı öğrendi. Kendisini seven sevmeyen herkese el verdi. Kıyısından köşesinden biraz olsun bilime dokunanlarımız “bizi bize” anlattığı için gönlünü kaptırdı ona. Gökyüzüne, okyanuslara, kısacası tüm doğaya daha farklı bakar olduk. “Evrende yalnız mıyız?”, “Benzer dünyalar var mı?”, “Okyanusların derinliklerindeki, mikroskop altındaki sırlar nelerdir?”, “Neden varız?” diye sorgulamaya başladık. Kimi sorguladıkça büyüdü, kimi sorguladıkça kayboldu. İnsanın doğasında sorgulamak var elbette… Bir türlü anlayamadık, yolumuzda doğrulara hasret ilerlerken seçilen ışık, bilim ise sorular yanıtlanır, tercih batıllık ise her gözlem, her fikir çarpıtılır. Çarpıtmaların ardından çıkarlar, kapalı kapılar ardında dönen oyunlar, bilimsel değil filmsel hayata itiş, kandırmaca, aldatmaca… Derken biri uzayda, diğeri ülkesinden firarda, adaletin terazisi paramparça bir dünya…
Sorularımıza yanıtlar ararken zaman zaman farkına vardığımız bir gerçekle yüz yüze geldik: “Bilimin de açıklayamadığı fenomenler var.” Böylece bilim insanları olarak “Bilmiyorum” demeyi öğrendik. Metafiziksel kuramları dinleyecek, bilimle bağdaştırmaya çalışacak kadar esnedik. Kanser araştırma merkezleri kemoterapi uygularken ortaya çıkan yan etkileri gidermek için alternatif tıptan yardım istemeye başladı mesela. Ne ironidir ki, bilim ve bilimciler düşünce ve fikirlerinde esnemeye başladıkça bilimden uzak duranlar daha da katılaştılar, sabit fikirlerinde daha da sabitlendiler. Her konuda “Biz biliriz” diyerek, hayatımızın “minik kara delikleri” olarak ışığımızı, emeğimizi sömürerek büyüdüler. Fikir çatışmaları sonucunda ortaya çıkan açlık, fakirlik, hastalık, farklılık ve eşitsizlik tartışmaları iyice kızışınca bilim ve metafizik el ele ilginç bir tartışmayı tekrar gündeme getirdi geçen hafta: Biyolojik frekans!
Einstein, Dr. Royal Rife, Philip Hoyland, Dr. Bruce Tainio, Nikola Tesla ve Stephen Hawking gibi ünlü bilim adamlarıyla başlayan bu tartışmalı konu aynen şöyle özetleniyor:
“İnsan vücudu megahertz (MHz) olarak ölçülebilecek biyolojik frekansa sahiptir.” Bu fikri ispat olarak Washington’daki Eastern State Üniversitesi’nde Dr. Bruce Tainio, yıllar önce yaptığı bir araştırma ile gün içinde insan vücudunun frekansının 62-72 MHz olduğunu göstermiştir. Bu titreşim kadın, erkek, farklı ırklar ve fiziksel yapı fark etmeden her insanda aynıdır. Radyo dinlerken dinlemek istediğimiz kanalın frekansı gibiyiz anlayacağınız. Ayarı biraz ileri biraz geri kaydırınca dinlediğimiz radyo kanalı gibi ya kayboluyoruz ya bozuluyoruz. Belli bir enerji boyutunda titreşen enerji formlarıyız kısacası. Gen farklılığımız, güzelliğimiz, çirkinliğimiz, mezhebimiz, rengimiz, inancımız, inançsızlığımız o frekansa bakıldığında anlaşılmıyor. Eşitiz. Tek farkımız, kişiliklerimiz ve hayat tecrübelerimiz. Vibrasyonlarımıza göre farklı sesteyiz. Bir senfoni orkestrasında çalan farklı enstrümanlar gibiyiz. Her birimiz çok değerliyiz, özeliz, gerekliyiz. Hep birlikte (armoni içerisindeyken) ortaya çıkan eser bir senfoni, ayrıştığımız an ise işe yaramaz bir gürültü. Asırlarca nereden gelip nereye gittiğimizi sorgulamaktan, materyal ve metafizik dünyasının hakkımızda ileri sürdüğü büyüleyici iddiaları öğrenmekten aciziz. Bu yüzden kulaklarımız güzel bir senfoniye hasret.

SAĞLIĞIMIZIN BOZULMASINDA ENERJİ FREKANSIMIZIN ETKİSİ VAR MI?
İNSAN organizmasındaki trilyonlarca hücrenin hepsi kendisine özel frekanslarda titreşiyor. Bütün bu titreşimlerin toplamı kişinin genel frekans spektrumunu belirlemekte. İnsan organizmasının yaydığı farklı elektromanyetik frekanslar ise kişinin bireysel frekans alanını oluşturuyor. Her organımızın kendine has bir frekansı olduğu tartışmasını Dr. Bruce Tainio ve ekibi 1992 yılında başlattı. Teorilerine göre (örneğin) beynimiz 72 MHz, kalbimiz 67-70 MHz, karaciğerimiz 55-60 MHz’de işlev görüyor. Dr. Royal Rife ise yıllar önce organlarımızın ve genelde vücut rezonans frekansımızın hastalıklarla değiştiğini iddia etmişti. Normalde 62-72 MHz olan vücut frekansımız gripte 57-60 MHz’e, bakteriyel enfeksiyonlarda 50 MHz’e, kanserde ise 42 MHz’e düşüyor. Ölüm 25 MHz ve aşağısında gerçekleşiyor. “Peki, bu düşen değerleri yükseltebilir miyiz?” sorusuna alternatif tıp yıllardır (doğal) çözümler öneriyor. Ya tıp dünyası bu yaklaşıma ne diyor? Tahmin edeceğiniz üzere ilk reaksiyon son derece negatif ve tepkili. Lakin bu direnç başarılı tedavilerin artmasıyla yavaş yavaş kırılmaya başlamış durumda. Özellikle Cancer Tutor’da yayımlanan bilimsel tartışmalar birçok onkoloğun dikkatini çekmişe benziyor. Hastalarda spesifik frekans jeneratörleri aracılığıyla enfeksiyöz ajanların, kanser hücrelerinin yok edilebilmesi son zamanlarda en çok tartışılan çözüm yollarından birisi.

KÜTLE ÇEKİM TEORİSİ DOĞRULANDI DA NE OLDU?
YOK, yok… Sayfalarca anlatılacak bu kadar önemli bir bilimsel konuyu bu kadar küçük bir alanda anlatmaya niyetim yok. Geçen hafta Einstein’ı haklı çıkaran, medyayı ve bilim dünyasını bomba gibi sallayan bu buluşun bende oluşturduğu duygu daha bir başka. O oluşan duygularla bu haftaki “Bir Senfonisin” başlıklı yazım ortaya çıkıverdi zaten. Çünkü “Kütle Çekim Teorisi doğrulandı” haberi halk arasında tahminlerimin çok çok üzerinde ilgi gördü. Herkes sosyal medyada kendi futbol takımı maçı kazanmışçasına heyecanlanarak paylaştı. Neden? Ben şahsen hâlâ anlamış değilim! Buluşun büyüklüğünü tartışmaya bile gerek yok, ama konu bu değil. Sayfalarında haberi paylaşan arkadaşlardan bazılarına soruyorum:
– Buluşun ne olduğunu anladın mı?
– Hayır!
– Peki neden sevindin?
– Einstein haklı çıkmış da ona sevindim. Şeker adam!
– Ne konuda haklı çıkmış onu anladın mı?
– Bilmem… Yerçekimi falan mı ki?
– Peki bu buluş ileride sana bana ne getirecek?
– Bilim ya! İyi bir şeylerdir herhalde…
– Sırf bilim paylaşmak seni “cool” yapıyor diye mi paylaştın yoksa?
– Değişiklik olsun diye…
Biraz önce paragraflar dolusu “Bilimde yürüyeceğimiz yolumuz olmalı, ancak o zaman düze çıkarız” dedim durdum, ama bu şekilde değil vallahi!