Siyaset; başarıya gitmek için uzun bir maraton olsa da, aynı zamanda alengirli güzergahlarda, maskeli köşe kapmaca oynanan sinsi bir koltuk savaşıdır… Arkadaşlık vardır ama dostluk kesinlikle yoktur siyasette… İdeoloji ise hak getire!..
Aynı saftayken hiç olmadık anda, en yakınınız tarafından arkadan hançerlendiğinizde, siyasetin dostluğu yıkan bir çıkar kavgası olduğunu bir kez daha anlarsınız!!!
Hiç kuşkunuz olmasın; “kimin eli, kimin cebinde belli değil” özdeyişi en çok siyasete yakışır… Çünkü gerçekten, “kim, kimle bağlantılı” sorusunu çözmeye çalışmak oldukça güçtür…
Yani, satmak ve satılmanın, “politika bu… Olacak o kadar” savunmasıyla ve ikiyüzlülükle legalleştiği bir kulvardır siyaset…
Siyasette en çok savrulma sağ cenahta yaşanır… 12 Eylül sonrasında yozlaşan siyaset anlayışı “sağcı”lığı ve “solcu”luğu önemli ölçüde terk ettiği için, politika yapanlar düşüncenin değil, rantın güzergahında, koltuk neredeyse oraya koşuyorlar…
Bilemiyorum, Özal’ın “dört eğilimi birleştirme” stratejisi bu yozlaşmaya ne kadar katkı sundu ama 1983’ten itibaren dayatılan siyaset anlayışında rantın egemen olması tarikat ve cemaatlerle dinin siyasete alet edilmesinden de çok net anlaşıldı…
Başta Fethullahçılar olmak üzere kimi tarikat ve cemaatlerin kuytu medreselerden plazalara kadar yükselmesi, medya-ticaret hattında bazen devletin varlığını (!) hedef alan “paralel” imparatorlukların kurulması, siyasetteki sinsi satrancın da sonucudur!..
Rantiye taktiği!..
Diyeceksiniz ki, “bu arkadaş yine konuyu nereye getirecek?..”
Yok!.. yok!.. Uyduruk anketlerin toplumu yönlendirmeye çalışması ve siyaset listelerindeki vahim döneklik örnekleri değil asıl konumuz…
Hatta 1 Kasım seçimlerinde tek başına iktidara gelmek için strateji hatalarını gidermeye çalışan AKP’nin, son günlerde yürüttüğü “400 vekil” satrancıyla ilgili tartışmalar da artık sıradanlaştı…
İktidarın, Tuğrul Türkeş üzerinden MHP’nin iç dengelerine müdahale etmesi, kimi vekillerle ilgili milyon dolarlık transfer iddiaları ve milliyetçi çevrelerden oy toplamak için yürütülen “Güneş Motel” oyunları da ayyuka çıkmaya başladı…
Davutoğlu-Erdoğan ikilisinin, cemaate bakış konusunda ayrışma yaşanan Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) bölmesi, cemaat karşıtı Yalçın Topçu’yu kabineye çekmesinin perde gerisi de çok tartışıldı ve çok tartışılacak…
Ve tabi ki, 7 Haziran şokunu gidermek isteyen Erdoğan’ın, “Milli Görüş gömleği”ni yeniden giyme pahasına Saadet Partisi çevresine çengel atması, “20 vekil” üzerindeki pazarlık tartışmaları da bitmedi…
Yeni Asyacı Nurcuların sığınağı haline gelen Demokrat Parti’nin “borçlarının ödenmesi” yöntemiyle AKP safına çekilmesi iddiası da medyaya henüz yansıdığı için tartışmalar taze ama ilginç duruyor…
100 bin kişilik Hizbullah!..
Saadet Partisi, BBP, DP ve MHP çevreleriyle diğer irili ufaklı partilerin içine ne kadar müdahale edilmiş, ne kadar fire sağlanmış sorularının yanıtını bugün elbette alacağız…
Çünkü partilerin bugün YSK’ya vereceği vekil listelerinde, Türk siyasetinin koalisyon tartışmalarıyla kilitlendiği bir dönemde, özellikle AKP’nin 1 Kasım satrancının boyutlarını da görmüş olacağız…
Peki ya, YSK’ya vekil listesi vermeyerek seçimden çekilen partilere ne demeli?..
Asıl konumuz bu işte… HEPAR, ÖDP gibi partiler değil asıl mesele… Ortada “Hüda-Par” diye bilinen “Hür Dava Partisi” var ki, Hizbullah’ın partisinin seçimden çekilmesinin üzerinde de durup düşünmek lazım…
Hüda-Par; Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun 17 Ocak 2000’de, İstanbul’da polis operasyonunda öldürülmesinin ardından dinci örgütün yeni stratejisiyle doğdu…
24 Ocak 2001’de, Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okan ile 5 koruma polisini şehit ettikten sonra operasyona uğrayarak ikinci büyük darbeyi alan örgüt, 2003’ten itibaren sosyal yardımlaşma çalışmalarına yöneldi, “mezar evler” ve “domuz bağı” cinayetleriyle sarsılan imajını yenilemeye çalıştı…
Hüda-Par işte bir kaç yıl önce bu nedenle kuruldu… 1990-2000 yılları arasında PKK ile savaşan örgüt, Kürt sorununda ipleri PKK’ya bırakmamak için çabalarken, ilk sandık deneyimini 30 Mart 2014’teki yerel seçimlerde yaşadı.
Hüda-Par, belediye başkanlığı seçimlerinde 83 bin 430, belediye meclisi seçimlerinde ise 87 bin 726 oy aldı.
Silvan-Cizre kırılması!..
Hizbullah’ın partisi, 7 Haziran seçimlerine bağımsız adaylarla girdi ve 65 binin üzerinde oy aldı… Örgütün bir dönem en önemli karargahı olan Batman’daki adayı 14 bin, Diyarbakır’dan aday olan genel başkanı ise 23 bin kişiden destek gördü…
Ve Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu dün yaptığı açıklamada, 1 Kasım seçimlerine katılmayacaklarını açıkladı. Seçimleri boykot etmediklerine dikkat çeken Yapıcıoğlu, parti tabanını da “serbest” bıraktıklarını öne sürdü!..
Hüda-Par’ın seçimlerden çekilmesinde hiç kuşkunuz olmasın, AKP’nin PKK’ya içte ve dışta yürüttüğü operasyonların da büyük payı var…
PKK’lıların; IŞİD’in Suriye’deki katliamını bahane ederek 6-7 Ekim 2014’teki kalkışma sırasında, birçok kentte Hüda-Par yanlılarını hedef alarak 20’den fazlasını öldürmesi de Hizbullah tabanını AKP’ye yönlendiren etkenlerden sayılabilir…
Ve bardağı taşıran son damlaya dikkat… PKK’nın “özyönetim” iddiasıyla hedef aldığı ilçelerden ikisinde de Hüda-Par tabanı etkin…
PKK’nın, Hizbullah’ın bir dönem merkezi olan Silvan ve Cizre’de halkı baskı altında tutarak göçe zorlaması da Hüda-Par’ı bu seçimlerde taktik savaşına yönlendirdi…
Bir anlaşma (!) yapıldı mı bilinmiyor ama en az 100 bin kişilik tabanı olan Hüda-Par seçmenlerinin büyük çoğunluğunun AKP’ye yöneleceğinden kuşku yok…
Belli ki, AKP, Güneydoğu’daki erimeyi bir nebze gidermek isterken, Hizbullah da, PKK’dan “intikam”ını biraz olsun almış olacak!..