İstikşafi görüşmeler ne anlattı? 7 Haziran seçimlerinden sonra her şey tahmin ettiğimiz gibi gelişti. Bir koalisyon kurulamadı, yeniden seçime gidiyoruz ve buna bağlı olarak da piyasalar bozuldu. Peki bir koalisyon kurulabilir miydi, bu süreçte hangi gerçekler ortaya çıktı bunlara da bakmak lazım.
MHP, HDP ile bir arada olamayacağına ve AKP de Cumhurbaşkanını hedef alan şartlı hiçbir ortaklığa ”Evet” demediğine göre, koalisyon kurulamazdı. Durum bu kadar açık ve net olduğu halde piyasa bunu satın almayıp beklemeyi tercih etti, çünkü Yeni CHP bir türlü masadan kalkmıyordu. İdeolojisini yolda bıraktığı söylenen bu parti acaba söylediklerini unutarak bir U dönüşü yapar mıydı?..
Zaten iki lider 32 gün boyunca koalisyonu değil, erken seçimi ve seçim hükümetini konuşmuşlar, entellektüel sohbetlere girmişler… İkisi de Ayvazovski hayranıymış. Üstadın tablolarında ışığın hakkını nasıl verdiğini, denize olan hayranlığının nereden kaynaklandığını falan uzun uzun irdelemiş olmalılar. ‘’Camus, neden intiharı felsefenin temel sorunu olarak gördü’’ gibi o günlerde kendilerini de ilgilendiren derin konulara da girmiş olabilirler. Yoksa onca zaman başka türlü geçmezdi.
Latife bir yana, böyle bir koalisyon CHP’yi bitirirdi. Ancak bu görüşmelerden anladık ki; CHP böyle bir birlikteliğe çok istekli ve bu yolda her türlü tavize açık durumda. Lakin… Uzun süren bu görüşmeler, CHP’nin AKP aleyhinde kullanabileceği argümanları zayıflatarak etkisizleştirdi. Onu adeta Ak’ladı. Şimdi seçimlerde kullanabileceği tek retorik ‘’Cumhurbaşkanı karşıtlığı’’ olacak. Ve tam da bu noktada Demirtaş’ın ‘’Başkanlık için referandum yapalım’’ teklifi geldi ve gerekli malzeme de çıktı. Ama terörün alıp başını gittiği, PKK’nın özerk bölgeler kurmaya kalkıştığı bir dönemde yapılacak bu tür eleştirilerin bir getirisi olacak mı, göreceğiz.
Bu görüşmeler bize AKP’ye en yakın partinin MHP değil, CHP olduğunu da gösterdi. Ayrıca HDP’ye sıcak baktığını da… MHP ise başından beri ilkelerini savundu ve AKP+CHP koalisyonunu kendi önlerini açacak bir tasarım olarak gördü ama bu konuda paralanması da enteresandı!..
Merkez Bankası’nı rahat bırakın!
Ülke borcunun bu kadar yükseldiği, buna karşılık paranın hafif hafif çekildiği ve maliyetinin de artacağı bir dönemde dolar elbette yükselecektir. Buna kurun yukarı doğru bir düzeltme hareketi olarak bakmak gerekir. Cari açığın hızlı bir şekilde düşerek kırılganlığımızın azalması başka türlü mümkün değildir. Bir bakıma normalleşmedir. Çünkü değerli TL ile 2004’ten beri hak etmediğimiz sürekli artan tüketim tercihleri ile yaşadık. Ürettiğimizden, kazandığımızdan fazlasını tükettik, borçlandık. Elbette bunun bir sonu ve maliyeti olacaktı. Erken seçim ve PKK terörü bu düzeltmeyi biraz öne aldı.
Fakat faiz lobisinin TCMB’na ekonomi medyası üzerinden yoğun baskısı devam ediyor. Ama MB’nin küçük montanlı faiz artışları bu saatten sonra etkili olamaz. MB, ‘’FED sıkılaştırmaya başlayınca faizi artıracağım’’ demişken bu kadar baskı niye? Banka şimdiden yüksek montanlı faiz artışına başlarsa, yarın FED’de artırmaya başladığında ne yapacak? Artı… Çin’den yayılan tehditler, gelişen ekonomilerde giderek büyüyen riskler, Moody’s ve Fitch’den gelecek not güncellemeleri… Bunların hepsi günü gelince zaten baskı yapacak.
Ekonomide durgunluk içindeki yüksek faiz, kur artışından çok daha yıkıcıdır. Ve bütçeye getireceği ek maliyet ilave bir risktir. O yüzden Merkez Bankası rahat bırakılmalıdır, zira bu konjonktürde yapabileceği çok fazla bir şey yok. Piyasadaki bu yeniden fiyatlama sürecinde kantarın topuzunun kaçmaması için özellikle ekranlardaki ‘’Dolar fırladı! Dolar tarihi rekor kırdı!’’ şeklindeki halkı panikleten çığırtkanlıklardan da vazgeçilmelidir.
Faiz mekanizmasının çalışması için önce TL normalleşmeli. Aksi boşa kurşun atmak olur, bu da unutulmamalı!