Türk Ekonomisinin yakalandığı ekonomik krizleri dış konjonktürden kaynaklanan krizler ve iç konjonktürden kaynaklanan krizler olarak iki gruba ayırmak mümkündür. 2008 yılında yaşanan daralma ABD’de finansal değerlerin 1929’daki gibi birdenbire düşmesinden kaynaklanmış ama bize pek hasar vermemişti. Hatta Amerikan Merkez Bankası FED’in faizsiz para basması bütün dünya finans piyasalarına doping etkisi yaptı ve Türkiye de bundan fazlasıyla nasibini aldı. O nedenle bugün bile “ABD ekonomisi düzelmesin faizler de artmasın” diye dua edenler olduğunu görmekteyiz!
Türkiye’nin kendi yapısal nedenlerinden kaynaklanan ekonomik krizlerinin en büyüğü 2001 krizidir. Bu nedenler neler diye baktığımızda hemen iki olgu göze çarpıyor: Yüksek cari işlemler açığı ve siyasi istikrarın bozulması…
Geçmişte cari açık yüzde 3-3,5 oranını geçince sıkıntı yaratmaya başlardı ama günümüzde sıcak paraya ulaşımın kolaylaşması ile Merkez Bankalarının dünya piyasalarına bol para pompalaması bu tehlikeli sınırların aşılmasını kolaylaştırmış ama bu durum aynı zamanda ülkemizi dünyanın en kırılgan ekonomisi yapmıştır. Kısa vadeli borç stoku 128,3 milyar dolardır. Net uluslararası yatırım pozisyonu Nisan’da 394,1 milyar dolar açık vermiştir ki bu miktar oransal olarak olması gerekenin (yüzde 35’in) çok çok üzerindedir. Dış finansman bilançolarındaki açık her ay beklentilerin tekrar üzerinde gelmeye başlamış, ilk çeyrekte lüks tüketimle büyüdüğümüz anlaşılmıştır. FED birkaç ay sonra sıkılaştırmaya başladığında Euro/Dolar pariteye doğru yaklaşarak ihracat gelirlerimizi daha da azaltacaktır. Yunanistan’ın temerrüt riski ise hala devam ediyor ve bu da parite üzerinde başka bir baskı unsuru…
Siyasi istikrar konusuna gelince… Kağıt üzerindeki kombinasyonlara girmeden sadece mümkün olabileceklere bakarsak: AKP bir azınlık hükümeti kuracak olsa… Siyasetteki tabiriyle topal ördek bir yönetim olarak yerli ve yabancı ekonomik aktörleri eskisi kadar memnun edebilecek midir ve ömrü ne kadar olacaktır?
CHP veya MHP… Birinden biri AKP ile koalisyona girip paranın çekileceği bir dönemde kendini ateşe atar mı?.. Hadi attı diyelim; bürokratik kontrolü sağlayamazsa ve seçmene verdiği sözleri tutamazsa pişman olmayacak mıdır, ya da ilk seçimde (tabii ki bu erken seçim olacaktır) seçmen onu pişman etmeyecek midir? Bu açmazlarla bir koalisyon kabinesi ne kadar başarılı olabilir ve ne kadar sürebilir?..
Demek ki şimdilik bir çözüm bulunsa bile, bu çözüm kendi içinde birçok açmazı taşıdığı için uzun ömürlü olamayacak ve krizlerin ikinci unsuru olan siyasi istikrarın bozulması tehlikesi şimdilik atlatılsa bile bir süre sonra yeniden filizlenmeye başlayabilecektir.
Bu tehlikeyi önlemek için; eğer bir koalisyon kurulabilirse önce ilk sorunu halletmek, yani cari açığı acil tedbirlerle azaltmak gerekir. Gelen hükümet para politikalarını kurtarıcı olarak görmeyi bırakıp özellikle ihracat odaklı çalışan reel sektörün sorunlarına çözüm bulmaya çalışmalıdır. Yatırım ortamını süratle iyileştirmeli, yabancı sermayenin doğrudan yatırım şeklinde gelmesini özendirmelidir. Lüks tüketimi pahalı hale getirmelidir. Merkez Bankası’nın büyüme hedefli çalışmasını sağlamalıdır.
Bütün bunlar kısa vadede kolayca yapılabilir şeylerdir. Ama önce; parasal oyunlarla zaman kazanarak yapısal sorunları öteleyip ağırlaştırmanın da bir sonu ve bedeli olduğunu bilen ve bunun faturasını halka çıkarmaktan imtina eden kadrolarla yola çıkmak gerekiyor ki kolay olmayan budur.
Son seçenek olarak yeniden bir seçime gidersek… Türkiye bugüne kadar yaptığı hataların ve boşa zaman geçirmesinin faturasını kısmen de olsa zaten ödeyecek!