Dünyadaki her şey gibi yatak odalarıda yıllar içinde değişime uğradı. Ancak bugünkü uyuma şeklimiz 77 bin yıl öncesinden çok da farklı değil. Nasıl mı? Sizleri yatak odasının tarihsel gelişimiyle ilgili kısa bir yolculuğa çıkarıyoruz.
Dünyanın en eski yatağı 77 bin yıl öncesine ait. Bu yatak altı yıl önce Güney Afrika’da bulundu, Profesör Lyn Wadley’nin başkanlığındaki bir arkeologlar ekibi tarafından.
Kamışların örülmesiyle yapılan 30 cm derinlikteki yatak, toplam iki metrekarelik alanıyla bir aileye yetecek büyüklükteydi. Kamışların üstü böcekleri uzaklaştıracak yapraklarla kaplıydı.
Uyku düzenimiz o günden bu yana çok büyük değişim göstermedi. Karyola yöntemiyle yataklarımız yerden yükseltilerek soğuk ve ıslaktan, böcek ve farelerden uzaklaştırılmış oldu.
Ama uyku açısından en büyük değişim, 17. yüzyıldan itibaren yatak odalarının ortaya çıkmasıydı.
Avrupa’da konut tasarımının değişmesi ile mahremiyet daha önemli ve olanaklı hale geldi. Önceleri odadan odaya geçiş olurken, daha sonra odaların kapısı koridora açılmaya başladı.
Antik Roma’daki en zengin evlerde bile avlulara açılan yatak odaları küçük birer hücreden ibaretti. Günlük yaşamın birçok etkinliği toplu bir halde yapılıyordu. Örneğin yüzyıllardır Budist ve Hristiyan rahipler, yatılı okullara giden çocuklar, hastanelerdeki hastalar toplu halde yatakhanelerde yatıyordu.
Avrupa’da ise görkemli evlerde bile odalar birbirine açılıyor, yatak sadece etrafındaki perdelerle kapatılıyordu.
Londra’daki Victoria & Albert Müzesi’nde sergilenen 1580 yapımı The Great Bed of Ware adlı yatak öyle büyüktü ki üzerinde 8 kişi yatabilirdi. Ware bölgesinden bir marangoz, uzun yol yolcularını hana çekmek amacıyla yapmıştı.
Bu yatak öyle ünlenmişti ki Shakespeare 1602’de yazdığı Onikinci Gece adlı oyununda ondan söz ediyordu.
Modern banyolardan önce yatak odaları aynı zamanda banyo işlevi de görüyordu. Japonya’da sürgülü kapılar ve katlanır yataklar sayesinde yatak odaları anında oturma, yemek veya çalışma odasına dönüştürülebiliyordu. Kalabalık nüfusa sahip kentlerde bugün karşılaştığımız mikro yaşam alanları gibi…
Paris’teki mütevazı küçük dairesinde Fransız mimar Le Corbusier tırmanmayı gerektiren yüksek bir yatakta yatıyordu. Böylece pencereden çok güzel bir manzara izleme şansı vardı.
Corbusier’de kimliğini bulan Modern Akım beyaza boyalı sade ve kullanışlı odalar getirirken modern dünya da yatak odasına su yatakları gibi birçok donanım getiriyordu. San Francisco Üniversitesi’nde doktora öğrencisi Charles Prior Hall’un 1971’de patentini aldığı su yatağı, kahverengi ve turuncu dekorlar ve halılarla birlikte 1970-80’lere damgasını vurdu. 1987’de ABD’de yatak sektörünün yüzde 22’sini oluşturuyordu.
Batı dünyasında, özel yatak odası her evin önemli bir parçası haline geldi. 21. yüzyılda yatak odaları özel banyosu, lüks yorganları, düz ekran televizyonları ve dijital cihazlarıyla lüks otel odalarını andırmaya başladı.
Gelecek için öngörüler arasında kendi kendisini temizleyen döşekler, biyometrik sensörler ve holografik eğlence sistemleri bulunuyor. Ancak teknolojinin uyku açısından ikili işlevini dikkate almak gerekiyor.
Teknoloji bir yandan rahat bir uyku için en ideal malzemeler ve mükemmele yakın bir ortam sağlarken, öte yandan modern yaşamın bir parçası haline gelen uykusuzluk salgınına da neden oluyor.
Elektronik cihazlardan yayılan mavi ışık, uykumuzu düzenleyen hormonların salgılanmasını etkileyerek vücudun uyku ritmini olumsuz etkiliyor. Akıllı telefonların, dijital okuma cihazlarının yatak odamıza girmesi, çağımızın önemli bir konusu olarak “uyku hijyeni” sorununu gündeme getirdi.
Ama insanların basit ve sade bir odada rahat bir uyku özlemi pek değişmedi: Belki de Güney Afrika’da 77 bin yıl öncesinden kalma yatağa benzer bir yatakta, yıldızların altında huzurlu bir uyku.
BBC TÜRKÇE