İyiden iyiye üşütür oldu, havalar. Neyse ki yürek ısıtan umut ışığın yakan yaşanmışlıklar var. Hem tatlı sohbetler, hem de tatlı işler var da, mevsim soğuk esse de sıcak gülümseler mutlu kılıyor.
Hayaller ve hayatlar…
Bu haftanın hikayesinin kahramanı Burhan Dinçerler.
Hem de ne hikaye.
Samiyetle döküldü kelimeler, üstelik sansürsüz.
Gaziantep’te 1961 yılında dünyaya gelmiş, Burhan Dinçerler. İstanbul’a on yaşındayken merhaba demiş. İlkokulu bitirdikten sonra çalışmaya başlamış. Amcasının yanında çıraklık dönemi ustalık yolundaki ilk adımları olmuş.
Laleli’deki baklavacıda babası, abisi ve amcasıyla birlikte bulaşık yıkamış, hamur yoğurmuş, açmış, pişirmiş.
Şerbetini dökmüş. Sonrası en zoru satışını yapmış.
Yani anlayacağınız okuldan mezun olmamış, ama daha da zorunu başarmış, hayat okulundan diplomasını almış.
“İş kurmak ve patron olmak” en büyük hayalimdi diyor, Burhan Dinçerler, yanı başında oturan oğlu Mehmet Dinçerler’in kahve dükkanında gururla kahvesini yudumlarken.
Yıllarca çalışmanın evlilik için ayrılan birikimiyle Şirinevler’de 20 metrekarelik dükkanında ilk baklava mağazasını açıyor.
Bir yıl yalnız çalıştıktan sonra abisini ve babasını da yanına alıyor.
2 yıl sonra da evleniyor Burhan Dinçerler ve ekliyor.
“Sermayemle hem işim oldu, hem eşim oldu.”
Konuşma baklavadan olsa gerek öyle tatlı akıyor ki, Burhan Dinçerler’in kurduğu cümlelerin derinliğinde ve güzel tasvirinde kaybolup gidiyorum.
Bir markanın yaratım sürecinin sancılarını vazgeçmesinde ve emeğin gerçek alın terini akıtanın kelimelerini sayfaya aktarmanın cılız kalışında ünlemler büyütüyorum.
“Yenibosna’da 600 metrekarelik fabrikayı 1985 yılında kurduk. Daha sonra 2000’de 3 bin metrekarelik bir boyuta ulaştık. Bu esnada mağaza sayımız ise 16’ya yükseldi. Bu süreçte artık marka bilincine ulaştık.”
Bu arada marka demişken isim nasıl oluştu desem…
“Şirketi kurduğum sırada ‘ne isim koyalım?’ noktasında öneri babamdan geldi, ‘Büyük babamın ismini koyalım’ dedi. Biz de ‘Hacı Sayid’ dedik ama sonuna oğullarını ekledik, malum o dönemde neredeyse tüm baklavacıların kullandığı buydu. Modaya uyduk diyelim. Ama demin de dile getirdiğim gibi marka bilincinin oturması ve kurumsallaşma sonrası. Tabelaların tümü değişti ve öze döndük. Hacı Sayid olarak devam ettik ve oğullarını attık.”
Böylesi samimi anlatım sonucu meşhur kahkahalarımı büyütüyorum.
“Çok yaşayın Burhan Bey” diye.
Anlatmaya devam ediyor, Hacı Sayid Baklavaları’nın kurucusu ve ustası Burhan Dinçerler.
“Bu sahada yol alınca, işler de büyüyünce, yurtdışı gezilerim ve katıldığımız fuarlar ufkumu açtı. Ve bu kez pasta ve pastanecilik işine doğru ilerleme kararı aldık.”
Bu biraz gözü karalık değil mi? diyecek oluyorum.
Yine güzel bir cümle ve yanıtımı alıyorum.
“Ticaretin onda dokuzu cesaret değil mi? Sıfırdan gelen biri için, zengin olmak amacı ve hırsı beraberinde ister istemez cesaretli kılıyor. “
Bugün geldiğiniz noktadan memnun musunuz?
“Kurumsallaşmayı profesyonel çerçevede gerçekleştirince büyümenin kaçınılmazlığında yol aldık. İşin mutfağından gelince titizliğin bir kat daha fazla oluyor. Bugün 900 kişilik bir ekibimiz mevcut. Mağaza sayımız ise 45’e ulaştı. Hepsi kendi mağazamız ve pastanemiz. İşin en ilginç noktası ise sadece İstanbul’da varız. Ve yine sadece Avrupa Yakası’ndayız. Sebebini siz sormadan söyleyeyim, üretimini yaptığımız baklavaların her yerde taptaze sunumuyla birebir ilintili. Butik olarak kalmayı tercih ettik. El emeğinin damak tadının hassasiyetinde İstanbul’un yoğun trafiğini hesaba katarak sadece bu yakada olmayı seçtik. Böylece ürünler aynı gün içinde servise ve satışa sunuluyor. O nedenle baklavamızın tadı da sunumu da bir başka oluyor. Günde 2 ton baklavanın üretildiği düşünülünce talebi karşılamak için verilen emeğin büyüklüğünde ve zorluğunda, doğru zamanda sunumu ve tüketimi de çok önem arz ediyor. Ama bu arada sadece baklava üretmiyoruz, aynı zamanda ürün yelpazemiz de çok genişledi, pastalar, kekler ve tatlıların da üretimini gerçekleştiriyoruz.”
Ne ilginç bir yaklaşım değil mi? Belli ki fazla hassasiyet mi demek lazım?
“Bu arada en fazla devreye giren boyut sanırım, patrondan çok kolumdaki altın bileziğim yani baklavacılıkta usta olmakla ilintili.”
Bu arada ustalık demişken, baklavacılık zor bir zanaat değil mi? Bu sahada başarılı olmanın sırrı ne?
Masada duran kahvesinden bir yudum aldıktan sonra gülümsüyor. Ve diyor ki?
“O sır verilir mi?”
Dedim ya zekanın kıvılcımların toplamında kurulan cümlelerin karşısında, bir kez daha şaşırıyorum ve yine basıyorum kahkahayı.
Verilmez sanırım.
“Efendim, biz 3 beyaz satıyoruz. Un, yağ, şeker. Bizim işimiz alaturka yani oryantal bir meslek. Yüzyıldır üretimi yapılan, bundan sonra da yapılacak bir üründen bahsediyoruz. Bu nedenle biz yelpazemizi biraz büyüterek zamana uyduk. Tüketicimiz tam tadıyla baklavalarını yiyor. Organik, şekersiz, yağsız baklava yapmıyoruz anlayacağınız. Dediğim gibi un yağ ve şeker…”
Sohbet esnasında Mehmet Dinçerler çoğunlukla dinlemede kalıyor. Hal böyle olunca sorum hazır.
Siz amca yanında yetiştiniz, oğlunuzu da mutfakta büyüttünüz. Nasıl oldu da başka bir sahada yürümesi konusunda omuz oldunuz?
Ve çaktırmadan soruyorum, bugün memnun musunuz oğlunuzun çalışmalarından?
Mehmet Dinçerler’in duymayacağı bir şekilde başını sallıyor ve koca bir “Evet” diyor Burhan Dinçerler.
“Yıllarca aile şirketinde çalıştım. Allah’tan çok iyi anlaştığım abim var. Bunun ilerleme konusunda çok önemli olduğunu da vurgulamam lazım. Elbet yıllar geçince biz ve ailemiz de büyüdü. Hem abimin hem benim çocuklarım da bu mutfakta işi ve ticareti öğrendi. Ancak abim ile birlikte bir karar aldık. Dedik ki, çocuklarımız kendi sahalarında yol alsınlar, bu ekmek teknemizde sadece biz olalım. İşte bu karar neticesinde çocuklarımızı okuttuk, büyüttük ve mesleğimizin inceliklerini aldıkları gibi aynı zamanda okudular. Hizmet sektöründe var olmanın incelikleri ve ticaretin oluşumunda oğlum da kahvecilik sektörünü tercih etti. Şimdi de gayet iyi gidiyor. Mağaza sayısı olarak bizi geçti bile. Üstelik Türkiye genelinde. Çok farklı bir ivme kazandırdı. Sonuçtan ve aldığım karardan son derece mutluyum. Armut dibine düşermiş derler ya. Düşerse ne mutlu bana.”
O esnada telefonla konuşan Mehmet Dinçerler ise bu yanıtı duymuyor. Bu satırlardan öğrenecek.
Peki, baklavayı mı, yoksa kahveyi mi seviyorsunuz?
“Bu soru çok soruluyor. ‘Her gün baklava yenir mi?’ diye. İşiniz baklavacılık olunca tatmak durumundasınız. Ama işin garibi ben baklavayı sevmiyorum. Ama kahveyi çok seviyorum.”
Gazeteciliğin kurnazlığında bir kez daha soruyorum. Hayallerinizi gerçekleştirmenin sırrı ne?
“Çalışmak, çalışmak, çalışmak. Mecnun’un Leyla’yı sevdiği gibi işimi ve çalışmayı seviyorum. Bugün baktığınızda ayakta kalan baklavacılardan olmak da bunun bir sonucu. Hiç durmaksızın hatta başımı işten kaldırmadan hep çalıştım ve çalışmaya devam ediyorum. Sabahın 5’inde başlayan ve bir işe verilen emek sonrası ‘patron oldum’. Ama kolumdaki bileziği hiç çıkarmadan. Önlüğüm hep üstümde, ucu bucağı olmayan bu işte yürümeye devam edeceğiz.”
Patron olmak mı yoksa usta olmak mı zor?
“Balık deryada yüzermiş, deryayı bilmezmiş, derler. Biz de o misal. Önemli olan oturduğunuz koltuğu ya da taktığınız bileziğinizi dolu dolu taşımak kıymetlidir. İçimiz büyüdükçe başımız eğiliyor. Çıraklığımda atılan tokat beni zanaatkar yaptı.Şimdi bunun için minnet duyuyorum. Onun ellerine sağlık. İşinde iyi olmak, ustalık, patronluk her neyse. Büyükler derler ki oğlun gibi ever, kızın gibi gelin ver.
İşte tam da böyle bir durum. 10 kilo sütten 1 kilo kaymak çıkar.”
Ne kadar güzel ve özel bir cümle. Hayranlıkla dinliyorum.
“Hayatın tecrübelerinden kaynaklanıyor. Geçmiş yaşanmışlıklardan ders almak lazım. Herşeyi hafızaya kaydettik” diye sözlerini noktalıyor Burhan Dinçerler.
Teşekkürlerimi iletiyorum bu güzel sohbeti sağlayan Mehmet Dinçerler’e ve samimi ve güzel cümleleriyle sohbeti tatlı kılan zanaatkar Burhan Dinçerler’e.
Ve büyük bir tecrübenin güne ışık oluşunda, koyu sohbetin sonundayız. Yaşanmışlıklar tatlı dilin tatlı aktarımında nicemize sunulan bir ders misali.
Öylesi özel ve öylesi farklı.
Bir zanaatkarın bir markaya hayat veriş öyküsünde dünlerin güne taşınışın kısa özetinde.
Cümlelerim cılız kalsa da umarım aktarabilmişimdir.
Ağzınızın tadı hiç bozulmasın.