17 Ağustos 1999 depremi yalnızca aldığı canlarla değil, Türkiye’nin nasıl bir imar rezaletiyle karşı karşıya olduğunu gözler önüne sermesi açısından da ülkeyi derinden sarstı…
Marmara Bölgesi’nde büyük şok yaratan sarsıntı Türkiye’nin en kalabalık bölgesinin doğal afetler karşısında nasıl da çaresiz ve sahipsiz olduğunu bir şamar gibi suratlara çarptı… Çok şey yıkıldı aslında binalarla birlikte İstanbul ve çevresinde… En başta, rüşvet batağında imar yasalarını çiğneyen, kentleri fason binaların işgaline teslim eden, halkın yaşam alanlarını ceheneme çeviren hırsız bürokrasi yıkıldı… Parkları, meydanları ve topkeyun yeşil alanları adeta halktan çalarak yapılaşmaya açan, kentlerde sokak, cadde ve meydan bırakmayan, skandal yapılaşma yöntemleri ile insanların gökyüzüyle bile bağını kesen belediye başkanları da yerle bir oldu 1999 depreminde…
İstanbul, Yalova, Düzce ve çevresinde adeta kağıttan binalar yaparak astronomik fiyatlarla pazarlayan merdiven altı, çakma müteahhitler de kaldı deprem enkazının “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” de barındıran enkazının altında… Ve de gelmiş geçmiş gafil ve sorumsuz hükümetler… Türkiye’nin bir çarpık yapılaşma cehennemine dönüştürülmesinin en büyük suçlusu onlar belki… Kentleri insan için değil, rant için şekillendiren inşaatçılara ve onlara rüşvetle yol veren belediye başkanlarına sessiz kalan, sağlıklı yapılaşma için adım atmayan, yurttaşlarını doğal afetlere karşı hazırlıklı hale getirmeyen, belki de son 40 yılın hükümetleri, başbakanları, bakanları da enkazın altında yerle bir oldu…
Marmara depreminin 18. yıldönümüydü… 17 Ağustos 1999 ve sonrasında meydana gelen sarsıntılarda yaşamlarını yitirenler, sakat kalanlar ne yazık ki unutuldu…
Depremde annesini-babasını kaybeden yavrular 20’li yaşlara ulaştı… Çocuklarını kaybeden anne ve babaların çoğu ise belki yaşamıyor…
Velhasıl 17 Ağustos gibi, şehirlerle birlikte, insan üzerindeki etkisi ve travmasıyla da büyük izler bırakan, uyarılar yapan bir depremden çok önemli dersler çıkartılması gerekirdi…
Peki, ders çıkartıldı mı acaba?.. Ne kadar gülünç geldi bu soru size değil mi?.. Bırakın 17 Ağustos’un yıkıcılığının artmasına yol açan imar ve yapılaşma rezaletlerinin halen devam etmesini, daha vahim ihanetler de sergilenmedi mi İstanbul’da?..
Hadi en önemlisini soralım; Söyler misiniz, nerede olası bir depremde halkın sığınağacı “toplanma alanları?..” İstanbul’da en az 50 tane olması gereken toplanma alanlarının imara açıldığını, yok edildiğini kaç kişi biliyor acaba?.. AKP’li belediyeler hangi yetkiye dayanarak depremde insanların toplanacağı “korunma” alanlarını yok ettiler?.. Kim göz yumdu bu yağmaya, neler inşa edildi o alanların üzerinde?.. Kimlere, ne için peşkeş çekildi toplanma alanları ve bu ülkenin yöneticileri o ihanet karşısında neden suskun kalıyorlar?.. Peki, olası bir depremde, başta İstanbul olmak üzere riskli şehirlerde çok sayıda önemli noktaya yerleştirilen deprem konteynerlerinin akibetini bilen tek kişi var mı bu ülkede?.. Kim aldı o konteynerleri, içlerindeki araç ve gereçler nerede?..
Diyeceksiniz ki, toplanma alanlarının yok edildiği kentlerde, konteyner ortada kalır mı hiç?.. Evet, bu soru da halka ihanet eden belediye başkanlarının yüzüne tükürük olarak gelsin!..
Yukarıdaki isyan satırlarının tek nedeni 17 Ağustos’un yıl dönümünde, o dehşet verici sarsıntının nedenlerini anımsatmak ve kurbanlarını anmak değil… Şaşırtıcı olan şu ki, 17 Ağustos 1999’dan 18 yıl sonra bile bu ülkede deprem konusu yine manşetlerde… Yani deprem olası bir tehdit olarak her zaman karşımızda…
Çünkü Türkiye’nin yüzde 42’si deprem riski altında… Son 117 yıl içerisinde ülkemizde 4 ve 5 şiddetinde toplam 5 bin 905 deprem gerçekleşmiş… Ve 1900’den itibaren meydana gelen depremlerde 87 binden fazla yurttaş yaşamını yitirmiş…
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü yetkilileri, 21 Temmuz’dan bu yana 8 bin adet deprem kaydettiklerini açıklamış…
İşte 17 Ağustos depreminin 18. yıldönümünde basın toplantısı düzenleyen Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener’in ürkütücü açıklamaları;
“Bütün bilim insanları şunu kabul etmiş durumda; Marmara’da yakın gelecekte 7’nin üzerinde bir deprem olacağı açık. Tarih veremiyoruz ama bu tek parçalı bir kırık olabilir, iki parçalı olabilir, Marmara’da bir deprem olacağı gerçeğini değiştirmez.”
Bilim adamları son 18 yıldır Türkiye’de büyük bir deprem yaşanacağı konusunda uyarmaya devam ediyorlar…
Ancak en tuhafı da devleti yönetenlerin, yani belediyeleri imar katliamcılarına teslim eden siyasetçilerin depremle ilgili uyarılar yapması ki, gülünçten öteye de gitmiyor bu durum… İşte Başbakan Binali Yıldırım da, “Demek ki bundan sonra olacak deprem de batı bölgemizde olacak. Bu bilimsel bir tespittir. Bu gerçeği bilerek, bu alanda bilinçlenerek altyapı, üst yapı tedbirlerini alarak deprem gerçeğiyle yaşamayı öğrenmek mecburiyetindeyiz” demiş… Bilim adamlarının uyarıları bir tarafa; siyasetçiler, belediye başkanları ve imarla ilgili bürokrasinin deprem konusundaki açıklamaları utanç verici bir takiyeden öteye gitmiyor aslında… 1999’dan bu yana; sağlıklı ve güvenli kentleşme açısından bir adım ileri gidilmeyen bir ülkede, sözde “kentsel dönüşüm” adı altındaki rant yapılaşması da şehirleri apartman cehennemine çevirmeye devam ederken, tek saptama kalıyor geriye;
Büyük depremi boşuna beklemeyin ey gafil sorumlular, kentler zaten imar ihanetleriyle her gün sarsıldıkça sarsılıyor, vuruldukça vuruluyor, tükendikçe tükeniyor!.. Velhasıl depremin sizlerden kaynaklandığını herkes biliyor!..