ABD’de enflasyon ve perakende satışlara dair açıklanan son veriler beklenenin altında geldi. Bu nedenle Fed’in Eylül ayında yapması beklenen faiz artış ihtimali zayıflamış oldu, yılbaşından beri zaten açık olan risk iştahı daha da açıldı.
Gelişmiş ülkelerin 5 ve 10 yıllık tahvil faizleri düşerken, varlık fiyatları yükselişe geçti. Neredeyse bütün ülke paraları dolar karşısında değerlendi. Euro/dolar paritesi önemli bir direnç olan 1,15 ve ardından 1,17’yi kırdı.
Bunun diğer gelişen ülkelere olduğu gibi bize de olumlu etkisi oldu. BİST 100, hem para girişi hem de yüksek büyüme ve ihracat rakamları ile yeni rekorlar kırarken, yukarı doğru hareketlenmeye başlayan kurlar tekrar gevşedi. Peki ama cari açık yükselip kamu maliyesi bozulurken bu denli bir yükseliş hareketi (up trend) ne kadar rasyoneldir, bakalım.
ABD Başkanı Trump’ın harcamalar bazında her söylediğini yerine getiremeyeceği anlaşılmıştı. Kötü gelen son veriler (özellikle bir türlü artmayan enflasyon) de üzerine gelince; FED’in faiz artırmak ve bilançosunu agresif biçimde daraltmak için pek nedeni olmadığı düşünülüyor. Genel beklenti bu yönde.
TCMB da “sıkı duruşumuzu koruyacağız’’ diyor. Carry trade yapan fonlar kurların şu sıralar yükselmeyeceği anlamına gelen bu garantiyle, geçmişe göre dolar bazında hala ucuz kalan BİST’te sağlam buldukları hisselere giriyor, devlet tahvili ve hazine bonosu satın alıyorlar. (Ancak Merkez Bankası bu kaynak girişine rağmen ortam bozulmasın diye faizlerde bir indirime gidemiyor.)
Yabancılar, artışa geçen cari açığın TVF (Türkiye Varlık Fonu) ile bir miktar düzelebileceğini hesaplıyor. Kamu maliyesindeki bozulmanın da ekonomi yönetiminin bu yıl yüzde 5’in üzerinde olacağını söylediği büyümenin yaratacağı gelirlerle “geçici’’ olacağını düşünüyorlar.
Türkiye CDS’leri de uzun bir aradan sonra tekrar 180’lere gerilemiş durumda ama bu olumlu gelişmeler risk yok anlamına gelmiyor.
KGF yardımıyla hızlanan büyüme, cari açığın da artmasına yani toplam borç stokunun yükselmesine sebep oluyor. Merkez Bankası’nın net rezervleri ise tersine azalıyor. Hem kamunun, hem özel şirketlerin hem de hane halkının borcu ve borçlanma maliyeti sürekli artmaktadır. Son günlerde görülen kredi kullanımındaki yavaşlama ve beraberindeki bir miktar durgunluğun nedeni de bu.
Ayrıca Türkiye, Batı ile olan siyasi ilişkilerinde Cumhuriyet tarihinin en baskılı dönemini yaşamaya başladı. Almanya ile yaşanan kriz bunun bir örneği ve ekonomik açıdan en fazla risk taşıyanı. Küresel rüzgarlar tersine döndüğünde şimdi görmezden gelinen olumsuzlukların her biri manşet olabilecek nitelikte.
Gelişmiş ülke merkez bankaları, bütün gelişen ülkelerde şişen varlık balonları ve artan borçlanma rasyoları nedeniyle kısık sesle de olsa piyasaları uyarıyor ve FED daralma için Eylül ayını işaret ediyor. Ama finans piyasalarındaki oyuncuların bu uyarılara pek fazla kulak astığı yok. Her zamanki aç gözlülükleri ve içinde bulundukları ortamın amansız rekabet şartları nedeniyle faiz artışındaki gecikmeden sonuna kadar yararlanmak istiyorlar.
IMF ve bazı derecelendirme kuruluşlarının riskleri gizlenemez olana kadar görmezden gelip halı altına süpüren, insan yerine sistemi koruyan klasik tutumu da bu gidişatta etkili oluyor. Ama FED yarın öbür gün hızlanarak bir anlamda bitiş düdüğünü çalsa, ilk eleştirmeye başlayanlar da şüphe yok ki yine bunlar olacaktır.