Türk ekonomisi, borçlanmayla dönen tüketim ağırlıklı bir ekonomi. 2003 yılında başlayanyoğun çaplı özelleştirmeler Türkiye’de geçici bir refah yaratırken, insanlar gelirinden fazla tüketmeye alışarak bu çarpıklığa ellerinden geldiğince katkı yaptılar. Özelleştirmeler bitip yavaşladığında da bu sefer ABD’de yaşanan 2008 finans krizi imdada yetişti. Amerikan Merkez Bankası (FED) çare olarak faizleri düşürüp parasal genişlemeye gidince, bizdeki yüksek faiz, küresel sistemdeki parayı kolayca çekti ve ithalat ağırlıklı büyüme yeniden hız kazandı. Ama yan tesir olarak da dış borç yükü anormal bir şekilde arttı. Ama Fed faiz artırmaya başlayınca gelen paranın da maliyeti artmaya başladı. Bu sürdürülemez durumu gören yetkililer çıkış yolu olarak ‘’faizi düşürüp dövizi yükseltelim’’ dediler. Bunun neticesinde döviz fiyatları yükseldi. Net ihracatçı olmadığımız için hak etmediği kadar değerlenen TL de değer kaybetme sürecine girerek toplam tüketimi frenledi. Cari açık azalma sürecine girdi. Fakat bu defa tüketimle büyümeye kodlanmış Türk ekonomisi doğal olarak daralmaya başladı. İflaslar ve istihdamdaki bozulma hızlandı. Bu noktada yapılması gereken şey; ithal ikamesini desteklemek, üreticilere de bu politikanın devam edeceği konusunda güvence vermekti. Pahalanan döviz, ucuzlayan yerli mamül ve yarı mamüllere talebi artıracak, yerli üreticileri yatırım ve istihdam yönünde motive edecekti. Batı ile bozulan ilişkiler de ihracatçıları Doğudaki pazarlara yönelmeye zorlayarak, yeni ve daha büyük fırsatların kapısını aralayabilecekti. Makro ekonomik göstergeler bozulmaya başlayınca, referandum ve arkasından gelebilecek genel seçimlerin yarattığı tedirginlik galebe çaldı. Ekonomiyi yönetenler bunu sürdürmeyi göze alamadılar ve popülizme yenik düştüler. Neticede piyasalar tekrar yüksek faize teslim olurken, enflasyonun çaresi de aynı şekilde, fiyatı artan ürünü ithal etmek oldu!.. KOBİ’lere verilen faizsiz kredi desteği gibi olumlu çabalar ucuz ithalatla baltalanırsa, harcanan kaynaklar da sadece günü kurtarmakla kalacak, yani bir bakıma çarçur edilmiş olacaktır. (Burada ekonomide planlamacılığın olmamasından kaynaklanan koordinasyon eksikliğinin ve bunun ne denli önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor.) Bugün Türk ekonomisi kısa bir aradan sonra yine sıcak paranın yolunu gözler olmuştur. Küresel liberalizm bu turda da kazanmış ve tekrar başa dönülmüştür. Ve bu kısır döngü, dövizi artırıp tüketimi kısmak kimsenin işine gelmediğine göre… TVF’na Körfez’den Arap sermayesi de gelse (ki gelecektir), turizm gelirleri veya yabancılara konut satışları da artsa belli ki sürecektir. Beklenenden biraz daha kötü gelen Amerikan verilerinin, Trump’ın sallanan koltuğunun ve küresel sermayenin para kazanmak için pompaladığı zorlama iyimserliğin etkisiyle yüksek faizli ekonomilere akan fonların yarattığı bahar havası bir müddet daha devam edecek. Bunu geçen ay da vurgulamıştık. Ama bu arada anladık ki, FED son çeyrekte bilanço küçültmeye başlarsa, borçlanarak büyüme patikasından bir türlü çıkamayan ülkemizin Merkez Bankası da çareyi mecburen faizleri yükseltmekte arayacak. Dolayısıyla, KOBİ’lerin nakde ulaşması biraz daha zorlaşıp üretim maliyetleri artacak. Koçlar ve Sabancılar gibi büyük aileler şirket hisselerini iskontolu satarak önümüzdeki dönem için nakit yönünde tedbir alırken, bu şirketlerin ve bireysel yatırımcıların baharın uzun süren bir mevsim olmadığını akıllarından çıkarmaması lazım.