Günümüze kadar Çanakkale hakkında bir çok asker mektubu ulaştı ama öyle bir mektup bulundu ki, savaşın tüm dehşet verici izlerini taşıyor… Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de askeri tarihe adını altın harflerle yazdırdığı Çanakkale Savaşı’na ilişkin Genelkurmay’ın yayınladığı isimsiz er mektubunda çatışmalara ilişkin “Daha fazlasını görmek istemiyorum. Türk siperlerine ulaştığımızda her şeyin ve hepsinin deniz topçu atışıyla paramparça edildiğini, Türklerin orada burada üçerli dörderli üst üste yığıldığını gördüm. Burada bir Connaught Taburu var. Bir haftadır ölüleri gömüyorlar” ifadeleri yer alıyor.
ÖYLE BİR MEKTUP VAR Kİ…
Şimdiye kadar Çanakkale Savaşı’na ilişkin çoğu asker mektubu birçok belge ortaya çıktı. Birçoğu İtiliaf güçlerindeki Anzak askerleri tarafından kaleme alınan mektuplarda, çarpışmaların dehşetini ortaya koyan birçok tarihi detay yer buldu. Ancak aralarında öyle bir mektup var ki şimdiye kadar hiçkimse savaşı bu sözlerle anlatmadı.
15 Kasım 1915 tarihli 4. Müfreze 6. Bölük’ten isimsiz bir itilaf askerinin babasına yazdığı o mektup; “Sevgili Babacığım… Bir süreden beri Limni’deki hastanedeydim. Ateş hattına yeni döndüm. Dizanteri yüzünden çok zor günler geçirdim. Şimdi daha iyiyim.Savaşın bitmesini istiyorum. Artık canıma yetti. 1. Tugayın Tekçam mevkiine yaptığı taarruzu okumuşsundur. Ben de o taarruzda yer aldım. Daha fazlasını görmek istemiyorum. Türk siperlerine ulaştığımızda her şeyin ve hepsinin deniz topçu atışıyla paramparça edildiğini, Türklerin orada burada üçerli dörderli üst üste yığıldığını gördüm. Burada bir Connaught Taburu var. Bir haftadır ölüleri gömüyorlar.”
ZAFERDEN BİR AY ÖNCE YAZILDI
Genelkurmay Yayınları arasından çıkan “Çanakkale Muharebelerinin Esirleri/İfadeler ve Mektuplar” isimli eserde yer alan mektup imzasız. Yani kimin yazdığı bilinmiyor. Ancak mektup Müttefik kuvvetlerinin 7 Aralık 1915’te Suvla ve Anzak bölgelerinin tahliyesine karar vermesinden birkaç hafta önce yazılmış. Düşman kuvvetlerinin çekilmesi ise 12 Aralık 1915’te başladı. Bir haftada Anafartalar ve Arı Burnu tamamen boşaltıldı; bir ay sonra da İngiliz donanmasının Seddülbahir’den ayrılmasıyla Türkler savaşın galibi oldu.
BİRÇOK MEKTUP VAR
Arşivlerde savaşa dair tarihi belge niteliğinde birçok mektup var. İşte onlardan bazıları;
LANCE’DEN ANNESİNE MEKTUP
‘Sevgili Anneciğim; Bana göre, yarımadada pek çok şey yaşanmasına rağmen, bugüne kadar üç çok önemli olay oldu…” Çanakkale savaşlarında işgalci güçlerin saflarında savaşan Lance isimli bir asker annesine Gelibolu’dan yazdığı mektubuna bu sözlerle başlıyor. Osmanlı tarihinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki en büyük zaferi olarak görülen savaş deniz ve kara çarpışmaları olmak üzere iki aşamadan oluşuyordu. 9 ay süren kara harekatında binlerce Osmanlı, İngiliz, Fransız, Hint ile Avustralya ve Yeni Zelanda askeri (Anzaklar) hayatını kaybetti. Lance kanlı çarpışmaları, özellikle de çıkarmayı anlatırken şöyle devam ediyor: ”Birincisi, tarihin uzun yıllar unutamayacağı çıkarma harekatı. İnsanın bunun değerini, muhteşemliğini ve mucizeviliğini anlayabilmek için çıkarmanın gerçekleştirildiği noktayı mutlaka görmesi gerekir. Elbette bu harekat çok iyi düşünülmüştü. İkincisi ise, geçtiğimiz 11 Mayıs’ta binlerce Türk’ün bizim hatlarımıza yaptığı karşı taarruzdu. Karşılaştırdığımızda bizim kayıplarımız çok azdı, tüm hat boyunca yaklaşık 500 kişi. Çıkarma harekatından bu yana üzerimize böylesine çok sayıda geldikleri ilk ve tek andı. Üçüncüsü ise 6. Takviye kuvvetimizin planladığı ve çok ağır kayıplar verdiği Tekçam taarruzuydu. Belki de bu harekata katılmadığım için çok şanslıyım. Tekçam’da hemen hemen en şiddetli muharebe yaşandı. Tanıdığım o kadar çok dostumu kaybettim ki… 12 Kasım 1915, Gelibolu, Lance’
‘YOLDAN BİR AN ÖNCE ÇEKİLMELİSİN’
Genelkurmay Yayınları arasından çıkan ‘Çanakkale Muharebelerinin Esirleri/İfadeler ve Mektuplar’ isimli eserde ‘B. Jamie’ isimli asker, 13 Ekim 1915’te Anzak koyunda ‘Sevgili Eric’ diye başladığı mektubunda savaşı şöyle anlatıyordu: ‘Senin sık sık savaşta olmanın daha doğrusu muharebede bulunmanın nasıl bir şey olduğunu merak ettiğini düşünüyorum. Gerçeği söylemek gerekirse Avustralya’da evde olmaya hiç benzemiyor. Pat pat pat diye her yerde makineliler çalışıyor, büyük top mermileri havayı acı, ince ve korkunç bir çığlık atarak yarıyor, büyük bir gürültü ile yere iniyor, toprağı parçalayıp kocaman çukurlar açıyor. Siperdeki Türklerle aramızdaki mesafe bazı yerlerde 18 metre kadar. Onlar da bizimle aynı şeyleri yapıyorlar. Bütün gün biz onlara onlar da bize bakıyor. Bazı özel günlerde onlar bizim vadideki siperlerimize her çapta top mermileri atarak hatları bozmayı ve mümkün olduğunca çok zarar vermeyi amaçlıyorlar. ‘Jack Johnson’ adını verdiğimiz büyük toplar 8-10 inç gibi çeşitli çaplarda. Mermilerinin havada gidişlerini duyabiliyor, bir sığınağa veya bir tünele girip patladıktan ve şarapnel parçaları yarımada üzerinde uçuşup dağıldıktan ve düşmesinden sonra tekrar açığa çıkıyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir de ’15’lik’ adını verdiğimiz küçük kardeşleri var, bunların çapı ise 75 milimetre. Bunlar hemen hemen tüfek mermileri gibi peş peşe geliyorlar, bunlar yağmaya başlar başlamaz yoldan bir an önce çekilmelisin.’
TÜRK ASKERİNDEN BİR MEKTUP
Milli Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan ve baskısı tükenen ‘Cepheden Mektuplar’ isimli kitapta, 24 Temmuz 1915’te bir bölük komutanın 4 askeriyle ilgili yazdığı mektupta bu net olarak görülüyor: Sabah güneşin doğmasıyla birlikte yüzlerce topun soğuk namlusundan müthiş seslerle çıkan mermilere asabiyetle yumruklarını sıkan askerin, düşman üzerine atılmak ve onları toprağa sermek için dört gözle bekletilen ileri hareketin emrini aldı. Gaziler’i takviyeye gidiyorduk. İlderesi, düşmanın yüzlerce mermisinin düştüğü yer olup buradan geçmek biraz tehlikeli ise de düşmandan intikam için bütün bedenleri titreyen askerim, din kardeşlerine yetişmeye mani olan her şeye bir alaka bakışla fırlayarak ileri atıldılar. Yol üzerinde her nasılsa düşman mermisinden ateş alan bir sandık cephane, yolu bütün bütün kapamış, dini, vatanı, milleti için yoldan geçmeye çırpınan bu Türk kalpleri, civardan tedarik ettiği kum torbalarını omuzlayarak yanan sandık üzerine hemen dördü birden atıldı. İki saniye sonra sandık, torbalar altında kalmış ve yolumuza mani olacak müşkülat ortadan kaldırılmıştı. Bu dört askerin cesareti ve fedakarlığı sayesinde İlderesi yolu açıldı. Tam zamanında Gaziler’de bulunan silah arkadaşlarına yetişmek mümkün oldu ise de Ethem Onbaşı ismindeki nefer bu vazifeyi yerine getirirken sol kalçasından şarapnel misketiyle yaralanarak şu sözleri söyledi. ‘Bir senedir kullandığım silahımla hunhar düşmana bir kurşun atmadan hastaneye gidiyorum. Bari benim intikamımı siz alın’ diye ellerime kapandı ve sulu gözlerinden yaşlar akıtarak ayrıldı.’
Kaynak: SÖZCÜ