Cumhuriyet tarihimize göz attığınızda olağanüstü sözcüğünün biz yurttaşlar için ne denli önem taşıdığı ortaya çıkar. Sıkıyönetimler, olağanüstü haller, olağan üstü yetkili devlet görevlileri ile yaşanmış acı dolu yıllar ülke tarihi için belleklerden öylesine kolayca siliniverecek gibi değildir. Baskı, zulüm, adaletsizlik, faili meçhul cinayetlerle yüklü bu dönemlerin olmazsa olmaz icraatlarından biri de kitap yasaklamak, evlere baskın yaparak kitap toplamaktı. 12 Mart’ta, özellikle de 12 Eylül’de salınan korku yüzünden yurttaşların çoğu evinde kitap bulundurmaktansa sakıncalı saydıklarını toplayıp yakmayı tercih etmişlerdi. Diyeceğim bizler kitap toplatılmasına, sırf yasaklı kitap aramak için evlerimizin basılmasına alışkın bir kuşağız. Bu konuda idmanlı olmasına idmanlıyız da dijital bir çağda henüz basılmamış bir kitap taslağına el konulmasına, bulunduranlar için bir cadı avı başlatılmasına ilk kez tanık oluyoruz. Düşüncenin, düşünceyi ifade etmenin, kağıda dökmenin suç olduğunu çağdaş demokrasilerde ne duyduk, ne gördük. Demek ki bizim demokrasimiz de bize özgü. Muz gibi. Ne niyetine yersen.
Eski yazılarıma baktım. “Fahrenheit 451” başlıklı yazım 26 Eylül 2004 tarihini taşıyor. Şimdi bir hatırlatma yapmanın zamanıdır diye özetlemek istedim. Ray Bradbury bilim kurgu ve fantastik yapıtlar üreten bir yazar. Dünya yazını onu “Fahrenheit 451” adlı kurgu romanı ile tanıdı. Totaliter yönetimlere, sansüre, faşizmin tek tip insan düşüne göndermeler yapan bir başyapıttı kitap. Kitabın adı kağıtların tutuşma ve yanma derecesi olan 451 Fahrenheiti simgeliyordu. Olay roman okumanın, kitap edinmenin yasaklandığı, özel görevlilerce ihbar üzerine aranan evlerde kitapların toplanarak yakıldığı bir ülkede geçer. Bu görevi sorgulamaksızın yerine getiren itfaiyeci Guy Montag romanın kahramanıdır. Kitaplarını kurtaramayacaklarını anlayan bir grup aydın kitapları ele geçmeden önce ezberleme uğraşına girerler. Herkes bir ayrı kitap ezberleyecek ve belleğinde yaşatacaktır. Bu aktivistlerden bir kıza tutulan Montag da ilk kez yaptıklarını, yapılanları sorgulamaya başlar ve saf değiştirerek otoriteye karşı çıkar. Bradbury için 50’li yıllarda bu kitabı bastırmak hiç de kolay olmadı. ABD McCarthy döneminin yazarlar, sanatçılar ve aydınlar üzerinde kurduğu baskı henüz sürmekteydi. Eserini önce dergilerde bölümler halinde yayınlatmayı başardı. Sonraları bazı yürekli yayıncıların desteği ile roman haline getirildi ve basıldı. Bradbury’nin yapıtı tüm dünyada yankı uyandırdı. Türkçe’nin de içinde yer aldığı pek çok dile çevrildi. Ünlü yönetmen Francois Truffaut romanı sinemaya aktardı. Film de kitabı kadar büyük ilgi gördü. 1988’de ise bu kez “Fahrenheit 451” opera olarak sahnelendi.
Yayınlanmamış bir kitap taslağının bile toplanabildiği, yok edilmeye çalışıldığı bir dönem yaşadığımıza inanamıyor insan. Hele kimi köşe yazarlarının düşünceyi ifade özgürlüğü kavramına sırt çevirmeleri, basın özgürlüğü kavramını evrensel boyutları dışında kendilerine göre yorumlamaları meslek adına ne denli üzücü. Bir yerlere yaranabilmek için onca çabalamaları ibretlik bir görüntü veriyor. Brecht ustanın ünlü “Kitaplar Yakılıyor” şiiri ile sonlayalım yazıyı. A. Kadir ve Asım Bezirci’nin çevirilerinden sunuyorum.
Buyurunca Hitler hazretleri
Zararlı fikirlerle dolu kitapların yakılmasını
halkın önünde, alanlarda,
öküzler, odun yığınlarına araba araba kitap taşıdı.
Gözden düşmüş şairlerden biri,
şöyle bir göz gezdirdi yakılacak kitapların listesine
gitti aklı başından:
Unutulmuştu kendi adı.
Hemen seğirtti çalışma odasına,
sanki öfkesinden kanatlanmıştı.
O saat bir mektup karaladı zorbalara:
“Benimkileri de yakın “dedi ”Benimkileri de!
Yapamazsınız bana bu kötülüğü,
kenarda bırakamazsınız beni!
Ben de hep gerekenleri söylemedim mi
kitaplarımda?
Neden davranırsınız bana yalancıymışım gibi?
Canı gönülden istiyorum işte:
Yakın benimkileri de!
*2004’te kaleme aldığım ve yayınladığım bir yazıdan