Oscar’da romantik komedi türündeki filmelerin pek şansı olmasa da, Aşıklar Şehri tüm tabuları kırdı. Peki Aşıklar Şehri nasıl oldu da 14 dalda aday gösterildi?
Bir ay önce yapılan Altın Küre ödül töreninde Aşıklar Şehri (La La Land) yedi dalda ödül alarak rekor kırdı. Damien Chazelle’in yönettiği müzikal film 14 dalda Oscar’a aday gösterilerek All About Eve ve Titanik filmlerinin adaylık rekorlarını da kırmış oldu.
Kimileri, Ay Işığı (Moonlight), Loving ve The Birth of a Nation gibi sosyal ve politik içerikli filmlerin adaylığı daha çok hak ettiğini ileri sürdü.
Bu anlaşılır bir tepki olabilir. Ay Işığı, Gizli Sayılar (Hidden Figures) ve Fences gibi en iyi film dalında aday gösterilen diğer filmlerin yanında Aşıklar Şehri çok da ilerici bir film değil. Ama bu Oscar adaylarını belirleyenler için korkakça ve rahat bir seçim olduğu anlamına gelmiyor. Açık bir siyasi mesaj içermiyor olmasına rağmen ödül kurumlarını etkileyecek kadar iyi olması Aşıklar Şehri’ni bu kadar olağan dışı kılıyor.
Bu yılki Oscar adayları oldukça çeşitli filmleri içeriyor. Fakat genellikle ağır dramların ve ciddi konuların işlendiği filmlerin Oscar aldığı görülüyor. En iyi film kategorisinde ödül alan filmlere baktığımızda Spotlight’ta çocuk istismarı, 12 Yıllık Esaret’te kölelik, Ölümcül Tuzak’ta (The Hurt Locker) savaş, Milyoner’de (Slumdog Millioner) yoksulluk konularının işlendiğini görürüz. Birdman ve Artist gibi daha eğlence ağırlıklı gibi görünen filmlerde bile kahramanların depresyon ve yabancılaşma kuyusuna düşüşü anlatılır bir yandan.
Bunlar karşısında Aşıklar Şehri’ndeki sağlıklı, çekici, yetenekli hayalperestlerin şikayet eden bir halleri yoktur. İlginç olan da budur zaten. Bu film romantik komedi tarzında yapılmıştır ve bu tür filmlerin Oscar aldığı pek görülmemiştir.
1978’de en iyi film dalında Oscar alan en son romantik komedi Annie Hall oldu. O günden bu yana bu alanda sadece 1995’te Dört Nikâh ve Bir Cenaze, 1997’de Yeni Bir Başlangıç (Jerry Maguire) ve 1998’de Benden Bu Kadar (As Good As It Gets) en iyi film dalında aday gösterildi.
Oscar hem romantik komedi hem komedi türü filmleri göz ardı etmesiyle biliniyor. Ama 1990’lardan bu yana Hollywood’da da bu tür filmlerin sayısı giderek azaldı.
Filmlerinde romantizme biraz da komedi eklemek isteyen yönetmenler bunu hakkıyla yapamadı. İnsana kendisini iyi hissettiren, rahatsız etmeyen bir aşk hikâyesini komedi unsurunu da ihmal etmeden işleyen filmleri son zamanlarda görmediğimizi akılda tutarsak Aşıklar Şehri’nin ne kadar özel olduğunu daha iyi anlarız.
Filmin ilk yarısında iki insan arasındaki yakınlaşma ve flörtü anlatan sahnelerde hiçbir aşırılık görmüyoruz. Mia (Emma Stone) ilerlemeye çalışan bir aktris, Seb (Ryan Gosling) ise caz piyanisti olarak karşımıza çıkıyor. Karşılaşmaları trafikte düşmanca bakışma şeklinde oluyor. Bir süre sonra Mia Seb’i bir restoranda piyano çalarken görüp etkileniyor. Fakat Seb işten kovulma üzüntüsüyle onu görmeden sokağa çıkıp gözden kayboluyor.
Ortalama bir 21. Yüzyıl romantik komedi filminin bu aşamasında baş kahramanların sarhoş olmuş, sevişmiş ve sonra yakın arkadaşlarına pişmanlıklarından söz ediyor olması gerekirdi. Fakat yönetmen bu filmde ilk sahneleri Mia ile Seb’in kendi kişisel kariyer ve arzularını anlatmak için kullanıyor. Sonunda karşılaştıklarında izleyici artık onları tanıyor ve aşık olmalarını bekliyor durumdadır. O zaman bile olaylar aceleye getirilmeden gelişiyor olacaktır.
Havuz kenarında düzenlenen bir partide Mia’nın Seb ile alayı, sonra onun çaldığı piyano eşliğinde dans etmesi hoş sahnelerden biridir. Parti sonrası loş caddelerde yaptıkları yürüyüş ile birbirlerini daha iyi tanımaları, Mia’nın sinema buluşmasını neredeyse kaçırması, sonra da rasathaneden gece manzarası unutulmayacak diğer sahneler.
Amerikalı yönetmen Judd Apatow’un dediği gibi, “İyi bir komedi insanı yormaz, bu nedenle insanlar sorunlara odaklı filmler yapmanın daha zor olduğunu sanır”.
Eski tür ilişkileri konu edinen Aşıklar Şehri de insanı yormuyor. Peki bu iş bu kadar kolaysa Chazelle dışında başka bir yönetmen neden bunu başaramadı?
Tesadüf o ki Chazelle’in filmde rol vereceği Emma Watson ile Miles Teller daha sonra çekilmiş, böylece Stone ve Gosling’in yolu açılmıştı. Bu ikili ise daha önce başka filmlerde de oynamıştı. Sevimliliklerinin yanı sıra aralarındaki uyum farklı rol yapma tarzlarından kaynaklanıyor. Stone’dan duygu aktığını görüyoruz. Mia’nın mutluluğu da öfkesi de hemen yüzüne yansıyor. Gosling ise bu konuda daha cimri davranıyor; dudağının hafiften kıvrıldığını ya da kaşını biraz kaldırdığını görüyorsunuz. Bu durum seyircide Seb’in de Mia kadar açık ve cömert olması arzusunu doğuruyor.
Amerikalı yönetmen Judd Apatow’un dediği gibi, “İyi bir komedi insanı yormaz, bu nedenle insanlar sorunlara odaklı filmler yapmanın daha zor olduğunu sanır”.
Eski tür ilişkileri konu edinen Aşıklar Şehri de insanı yormuyor. Peki bu iş bu kadar kolaysa Chazelle dışında başka bir yönetmen neden bunu başaramadı?
Tesadüf o ki Chazelle’in filmde rol vereceği Emma Watson ile Miles Teller daha sonra çekilmiş, böylece Stone ve Gosling’in yolu açılmıştı. Bu ikili ise daha önce başka filmlerde de oynamıştı. Sevimliliklerinin yanı sıra aralarındaki uyum farklı rol yapma tarzlarından kaynaklanıyor. Stone’dan duygu aktığını görüyoruz. Mia’nın mutluluğu da öfkesi de hemen yüzüne yansıyor. Gosling ise bu konuda daha cimri davranıyor; dudağının hafiften kıvrıldığını ya da kaşını biraz kaldırdığını görüyorsunuz. Bu durum seyircide Seb’in de Mia kadar açık ve cömert olması arzusunu doğuruyor.
Aşıklar Şehri sadece oyuncuların uyumu bakımından iyi değil elbette. Görüntü, köstüm, tasarım, Justin Hurwitz’in müziği ve başka birçok dalda Oscar’a aday gösterilmesi de bundan.
Filmin ilk yarısında yaratılan sihirli hava onu ödüle layık kılıyor. Birlikte güzel müzik üreten iki insanla ilgili zarif bir şekilde inşa edilen komedi unsurunun yarattığı büyü.
Kaynak: BBC Türkçe