Kıblesi Washington olan pusulası bozuk liberallerle Erdoğan düşmanları doların biraz yükselişini fırsat bilerek bu defa ekonomi üzerinden salvolara başladı.
Bu medya kalemşorlarından bir bölümü düşük faizlerin ve büyümeyi desteklemek amacıyla yapılan kamu harcamalarının ekonomide güvensizlik yarattığını ileri sürdü. Bazıları dolardaki bu hareketlenmeyi Fırat Kalkanı ile Musul gerginliğinin NATO ile olan ilişkilerde yarattığı bozulmaya bağlarken, bazıları da bunda en büyük payın Başkanlık sistemi tartışmaları olduğunu iddia etti.
Aslında hepsinin ortak amacı algı operasyonu yapmaktı. Çünkü rakamlar bu iddialarını doğrulamıyordu. Hisse senedi ve tahvil piyasasından büyük para çıkışları olsa gösterge faizi düşük 9’larda kalamaz ve BİST 100 de sürekli 76.500 ile 79.500 aralığında gezmezdi. Burada bir trend değişikliğinden bahsedebilmek için 76000 desteğinin kalıcı bir şekilde kırılması gerekiyor. Hazine de 4 milyar TL’ye yakın tutan en son borçlanmasını 9,08 basit faizle yaptı.
Demek ki piyasalar yukarda bahsedilen gelişmeleri ‘’risk’’ olarak görüp fiyatlamamıştır. Bu durum elbette olayların seyrine bağlı olarak ileride de fiyatlamayacağı anlamına gelmemektedir ama eleştirilerin yapıldığı zaman aralığı itibariyle piyasalar buna gerek görmemiştir, halen de görmemektedir. Dolayısıyla eleştirilerin art niyet taşıdığı çok bellidir.
Peki o halde dolar neden yükseliyor? Bunun sebebi; FED’in yıl sonuna kadar faiz artışına gideceğinin anlaşılmış olmasıdır. Bu nedenle küresel piyasalarda ons/doların 1270’in altına geldiğini, dolar endeksi de uzunca bir aradan sonra tekrar 100’e doğru tırmanışa geçtiğini görüyoruz.
Dolar değerlenirken bütün dünyada doların karşısındaki emtia ve varlıklar değer kaybeder, kural budur. Türk Lirası da tabiidir ki bundan muaf olamayacaktır. Eğer FED faiz artışını geçtiğimiz yılbaşında yapmış olsaydı, bana göre dolar/TL daha o zaman 3,15-3,20 bandına oturacaktı. Zaten 3,07’yi de görmüştü. Şimdi bu seviyelerde bu kadar gürültü koparmanın maksadı başkadır!
TSK’nın Irak ve Suriye’de BOP’un planlarını bozması, medyaya yerleştirilmiş sahibinin sesi bu tiplerin en haz etmediği şeylerin başında geliyor. Onlar Batı’ya karşı her zaman eyyamcı, idareyi maslahatçı, kabile ayarında bir yönetim istediler. Hele ki Türkiye’nin Rusya ile savunma işbirliği yapma olasılığı eminim ki sinir sistemlerinde daha şimdiden kalıcı hasarlar bırakmıştır.
Bu beyzadeler Türk ekonomisini çok düşünüyordu da, şirketler dövizle doludizgin borçlanırken neden seslerini çıkarmadılar? İnsanlarımızın tüketim çılgınlığını görmezden gelip, büyüyen cari açığı ‘’finanse edildiği sürece sorun olmaz’’ aldatmacasıyla neden sürekli önemsizleştirmeye çalıştılar? Bu sorulara tutarlı cevaplar verebilmeleri elbette ki mümkün değil.
Özelleştirmeler ülke ekonomisini tamamen ithalata bağlarken keyiflerinden geçilmiyordu. AB, Türkiye’yi Gümrük Birliği ile bir sömürge gibi kendisine bağladığı günü ellerinden gelse bayram ilan edeceklerdi. Korumacılık bu nedenle bizde yüzde 2,5-3’lere kadar inerken, AB’de bu oran hala yüzde 8-9’lardaydı ama bunu sorun yaptıklarını da asla duymadık.
Bu takımın asıl derdi doların yükselişi falan değil, ülkemizdeki Batı çıkarlarının yara almasını önlemektir. Ama Türkiye dolar yükselmesin diye kendi bekasını doğrudan ilgilendiren bu proaktif mücadeleden artık istese bile vazgeçemez.
FED bu yıl 0,25 oranında faiz artıracak. Bu durum bizde ve küresel piyasalarda yavaş yavaş fiyatlanmaya başladı. Bunda bir anormallik yok. Bence anormal olan, yetkililerin bu gerçeğe rağmen doları baskılamaya çalışması ve paniklemesi. Halbuki artık yapmamız gereken şeyler bellidir: Ekonomimizi öncelikle dolarizasyondan kurtarmalıyız. Artan dolar kurunun dolarla alakası olmayan mal, hizmet ve orta/üst düzey maaşları artırmasını engellemeli, iç tüketimi kamçılamak yerine ihracata yönelmeliyiz. Türkiye’nin kısa vadede yapıp sonuç alabileceği en olumlu ve en doğru iş budur.
Kur artışı da buna yardımcı olacakken karalar bağlamanın anlamı yok. Fakat öncelikle bu kronikleşmiş probleme eski alışkanlıklar ve önyargılarla çözüm bulma inadından vazgeçmek gerekiyor ki, belki de işin zor olan tarafı bu… Einstein ‘’Önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan zor’’ demiş ama bu o kadar da değil!