Cemaatin dinci faşist darbe girişiminden sonra büyük bir operasyon başladı biliyorsunuz.
İlk aşamada binlerce asker ve polis tutuklandı, hakim ve savcıların yüzlercesine o anda el çektirildi, 70 bin kamu görevlisinin işine derhal son verildi.
İlk haftanın bilançosu 20 bin tutuklu, 70 bin küsur da işten atılan kamu görevlisiydi.
Başbakan Binali Yıldırım’ın dediği gibi “cemaatçileri elleriyle koymuş gibi çıkarıp atmışlardı.”
Elbette böyleydi, çünkü kendileri elleriyle koymuşlardı, her şeyi biliyorlardı.
Ardından ikinci üçüncü, dördüncü dalgalar geldi.
Akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, tekrar hakim ve savcılar, tekrar askerler polisler ve tekrar devlet memurları tasfiyesi gerçekleşti.
Şu anki bilanço: 25 bine yakın tutuklu, 120 bin işten atılan kamu görevlisi.
Sayı yükselince elbette “kurunun yanında yaşların da yandığı” dedikoduları yükselmeye başladı.
Bırakın cemaatçilikle ilgisi olmayı, etrafından geçmemiş tanınmış insanların tutuklandığını, işten atıldığını öğrenmeye başladık.
Derken hiç tanımadığımız insanlardan şikayetler gelmeye başladı.
Daha önce yazdım, ilk başlarda çok önemsemiyordum. Cemaatin devlet içindeki yapılanmasını 1993’ten beri yazan biri olarak “Şimdi başları sıkışınca feryat ediyor olabilirler” diye düşünüyordum.
Ancak şikayetler arttı, insanın içinde şüphe oluşturacak ölçüye geldi.
Bir kaç gün önce bunu da yazdım ve dikkatli olunması gerektiğini belirttim.
Şimdi ise “haksızlık” bizzat oturduğum mahallemin kapısına kadar geldi, bir örnek çok daha somut biçimde önüme çıktı.
Aynı mahalleyi paylaştığım, 18 yaşlarındaki pırıl pırıl biri kız biri oğlan iki çocuğuyla mütevazı bir hayat süren, 26 yıllık devlet memuru komşularımdan birinin KHK gereği işten atıldığını öğrendim.
Ailecek CHP’li olduklarını biliyorum. Önceki gece uzun uzadıya konuştuk.
“Nasıl bir ilginiz olabilir?” diye sordum.
O da merak etmiş. Çalıştığı yerdeki bir müdür “Bank Asya’da paran ya da kredi kartın var mı?” diye sormuş. “Yok” demiş. “Peki çocukların cemaat okullarında okudu mu?” diye başka soru sormuş. O da yok.
“Ama” dedi “2007 yılında bizzat dönemin ilgili bakanının isteği üzerine kurulan meslek derneğine üye olmuştum. Bir süre sonra dernekte cemaatçilerin fazla olduğunu gördüm ve hiçbir faaliyetine katılmadım. 2007’de bir kere aidat ödedim o günden bu yana aidat da ödemedim” dedi.
Hemen bu derneğin kapatılıp kapatılmadığına baktık. Listelerde görünmüyordu ama derneğin internet sitesi de Facebook sayfası da kapatılmıştı.
Eğer benim yıllardır görüp selamlaştığım dünya görüşünü bildiğim mahalle komşum bu durumdaysa, 120 bin kişi arasında kimbilir ne kadar mağdur edilen vardır.
Yandaş gazetelerde bazı yazarlar “Böyle dönemlerde elbette hatalar olabilir” diye ahkam kesiyor ve “Yüzde 10 hata payı normaldir” diye durumu savunuyor. Demek ki bu tahmine göre en az 12 bin kişi böyle bir mağduriyete itilmiştir. Az sayı mı?
Dindar ve kindar olduklarını övünerek söyleyenler şimdilik hiçbir vicdani kaygı duymadan intikam duyguları ile herkesin başını kestiklerini sanabilirler.
Ama unutulmasın, gün gelir hesap döner, sap döner keser döner.