15 Temmuz kalkışmasından sonra sütre gerisine çekilip bir süre üç maymunu oynayan AB yetkilileri, Sayın Cumhurbaşkanı’nın “İdam cezası Meclis’ten geçerse onaylarım’’ demesi üzerine kafalarını çıkartıp her zamanki ikiyüzlü halleriyle “O zaman müzakereler de sona erer’’ dediler. Sanki yolun sonunda tam üyelik varmış gibi…
Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a… Birliğin birçok yetkilisi en başından itibaren yapılacak müzakerelerin ucunun açık olduğunu, bizi tam üye olarak değil, özel statülü (yani Gümrük Birliği ile kendilerine bağlanmış, söz hakkı olmayan, her dediklerini yapan, kimliksiz) bir ülke olarak görmek istediklerini defalarca söylemişti.
Böyle olduğu halde müzakereleri yürütenlerden hiçbirinin aklına “Kardeşim, bu işin sonunda bizi topluluğa almakta samimi iseniz, bunu Avrupa Parlamentosu’nda veya kendi parlamentolarınızda bir karara bağlayın. Ve bu ortak kararın geri dönüşü olmadığını, bütün üyeleri bağladığını, keyfi veto ve referandumlarla ileride müzakereleri tamamlayacak olan Türkiye’nin önünün tıkanamayacağını deklare edin. Bize bu garantiyi verin’’ demek gelmedi.
AB, böyle bir garantiyi veremezdi. Çünkü gerçek niyeti Türkiye’yi müzakere süreci içinde yumuşatarak ulus devletin işleyişini bozmak ve parçalamaktı. Bunu PKK’lı teröristleri koruyarak, onlara sürekli yardım ve yataklık ederek zaten sürekli gösteriyordu, FETÖ darbesi de bu ihanetin üstüne mum dikti. Başarısız darbeye üzüldüğünü sessiz kalarak belli eden AB, işi kan dökmeye kadar vardıran, hurafelerden beslenen bu insana utanmadan methiyeler düzmeye kadar götürdü. Tipik bir Batılı ikiyüzlülüğüdür.
Şaşırdık mı? Hayır şaşırmadık!.. Demokrasinin ve bütün medeni değerlerin kalesi olduğunu iddia eden Avrupa’nın, çıkarları uğruna bunları bir günde unutabildiğini tarihten ve zamanımızdaki örneklerinden pek fazla gördüğümüz için biliriz. Komşusunun kanlı iç savaşlara sürüklenerek ortaçağ karanlığına düşmesinden fayda beklemesine de şaşırmayız.
Öteki dostumuz (!) ABD’nin ise bu işin asıl patronu olduğunu artık Mısır’daki sağır sultan bile duydu öğrendi. Güney sınırımızda yarın bizden toprak talep edecek olan kendisine bağlı kukla bir Kürt Devleti’nin Suriye bölümünü de tamamlamak için bütün hızıyla çalışıyor. Eğer ki FETÖ darbesi başarılı olsaydı sıra Türkiye’ye çoktan gelmiş olacaktı.
Yeri gelmişken ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması’nı tanımadığını da hatırlatalım.
AB ve ABD tarafından parçalanmak üzere kıskaca alınan Türkiye’nin bu durum karşısında yüzünü Rusya ve İran’a dönmesi kadar doğru ve yerinde bir karar olamazdı. Belirtiler bunun hayata geçtiği yönünde…
Artık Ankara’dan vize muafiyeti gerçekleşmediği takdirde Geri Kabul Anlaşması’nı yürürlükten kaldırmasını, Gümrük Birliği gibi üçüncü ülkelerle serbest ticaret yapmamızı engelleyen anlaşmaları çöpe atmasını, Suriye’de kırmızı çizgilerimizi sonuna kadar korumasını beklemek de hayal değil.
İnanıyorum ki, Ankara’nın bundan böyle uygulayacağı ulusal çıkarlarımızın zorunlu kıldığı bu türden adımlar Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Bahçeli’nin yaptığı gibi parti gözetmeden tüm vatandaşlarımız tarafından da desteklenecek. Tabii yine ayrılıkçılar ve hainler dışında…
ÖNÜMÜZE YENİ
FIRSATLAR ÇIKABİLİR
Kredi ve derecelendirme kuruluşlarından Moody’s önümüzdeki haftalarda negatif izlemeye aldığı Türkiye’nin yatırım yapılabilir notunu kırabilir. Bu nedenle bekleme moduna giren piyasalar yakın geleceğe dair sağlıklı analiz yapabilmek için sislerin biraz daha dağılmasını bekliyor. Ama büyük bir tehlikeyi savuşturarak içeride birliğini arttıran ve bulunduğu coğrafyadaki ilişkilerini yeniden rayına sokma yoluna giren ülkemizin yeni fırsatlar yakalaması da çok muhtemel görünüyor.