“Urfa’nın Kötüler Mahallesi. Arka yakasında Arap, ön cephesinde ise Kürt çocuklarının “Deleme”leri (topaç) hesapsızca ve kardeşçe çevirdiği sokaklar…
Türkçe’nin, Kürtçe’nin ve Arapça’nın birbirine karıştığı aksanlı, sevecen ve içten diyaloglar…
Taştan güllelerin (misket), demir paralar “utabilme” uğruna kumarbazca savrulduğu nemli topraklar!..
Dev “leyli”lerin (salıncak) uçuştuğu bayram avluları… Salıncakların kocaman kasasına tutunmuş yeniyetme kızlar ve onları kalın kendirlerle gökyüzüne savuran güler yüzlü analar!..
Suriye’den kaçak getirilmiş giysilerden çıkan “gâvur parası”nı mahallenin tek bakkalı Kör Mengulo’ya beş-on kuruş diye yutturan veletler!..
Çikolatadan bihaber masumların, bir avuç dolusunu 25 kuruşa alabildiği limonlu şekerler…
Küçük ahşap el arabalarında, yakıcı sıcağa direnen rengârenk “eskimo”ları (frigo) edinmek için babalarının yırtık yakasına asılan mazlumlar!..
Düşleri süsleyen kahverengi, bağcıklı bayramlık kunduralar…
Ve makarnayı keşfedemeden, “ekmek aşı”na mahkûm olan gariban sakinler!..
Zalimliğin damgası!..
Yaşamın; kaçakçıların mayın korkusu üzerinde şekillendiği, çevresi antik mağaralarla donatılmış Urfa’daki o garip mahallede geçti çocukluğum…
Gizemli ve terk edilmiş o mahallede, bayramları işte böylesi bir atmosferde yaşadım ben!..
İşte o mahallede, Guti kavimlerinden kaldığı bilinmezdi “soylu” dağlarımızın!.. “Guti”yi bilinçsizce “Kötü”ye çevirenler, acımasızlığın ve zalimliğin damgasını vurmuşlardı yüzümüze!..
Oysa ürpertici, karanlık sarnıçlarımız, kanalizasyonsuz sokaklarımız ve geri kalmışlığımızın damgası şark çıbanlarımız olsa da, “kocaman yürekli” güzel insanlar vardı orada!..
Kalemin kör ucu!..
“Kötü” değildik yani hepimiz!.. Anlıyorduk ki, bizi başkasından ve belki de “iyi”lerden ayırt eden tek gerekçe, bir köşeye atılmış yoksulluğumuzdu!..
Aşmak için kendimizi, güç bela okuyabilme yollarında tükenmişti gücümüz!..
Naylon poşetlerde geleceğimizi şekillendirecek yırtık kitaplarımız ve yamalı kara önlüklerimizle…
Kurşun kalemlerin kör uçlarında yıpransa da talihimiz, pörsümüş silgilerin yok edemediği umutlarımıza inandık!..
Bildiğimiz tek şey vardı… Büyüyecek ve savrulacaktık her birimiz bir viraneye!.. Umut ve ekmek uğruna…
Kimileri Urfa varoşlarına, kimileri büyük kentlere…”
***
Yıllar öncesinden kalan yukarıdaki yazıyı nedense çok seviyorum… Birçok gerekçesi var bunun… Örneğin, dünya hızla kirleniyor ve iyiler giderek azalıyor…
Yani artık kötülerin dünyası oluyor yaşadığımız bu gezegen!..
Baksanıza, intihar saldırıları, ülkelerin işgali, toplu katliamlar, serseri mayını andıran bombalar, sokaklarda gelenek haline getirilen infazlar ve etkisini giderek arttıran kanlı terörün ihaneti…
Unutmayın ki, komşularla düşmanlık siyasetinin de adeta sosyal, siyasal ve ekonomik alanda kötülüğü dayattığı bir ülkede yaşarken iyiye, güzele, mutluluğa, sevince ve sevgiye özlemimiz de artıyor…
Bu yazının bu köşede yine yer almasının bir gerekçesi de geçmişe özlem… Baksanıza, henüz tamamen kirlenmemiş bir dünyada anılarımızda hale gülücüklerle duran kimi manzaraların yok olup gitmemesi için çırpınıyoruz adeta…
Çünkü güzellikler ve iyilikler artık hızla geride kalıyor ve yaşanan acılar büyüdükçe ne vahimdir ki, zihnimizde tutmaya çalıştığımız o tatlı çocukluk anılarına yer de kalmıyor!..
Bu yazıyı ısrarla anımsatmamın diğer gerekçesine gelince… Bu köşede; Urfa’da, doğduğum mahallenin tarihin bağrından gelen gizemini folklorik ve kültürel yansımalarıyla anlatmaya çalışırken, herkes Kötüler Mahallesi’ni iyice merak etmeye başlamıştı…
“Kötüler Mahallesi” adıyla yıllar önce yayımlanan kitabım da okurların merakını arttırmıştı… İlgili okurlara Kaynak Yayınları’ndan çıkan ve yine Kötüler Mahallesi’nin anlatan “Ölü Akrepler Zamanı” adlı ikinci kitabı da öneriyorum…
Evet… Bize tertemiz bırakılan bir dünyada ve özellikle de yaşadığımız ülkede, kötülüğü ve kötüleri alt edebilmek, aydınlık ve uygar düşünceli insanların dayanışmasıyla mümkün… Dünya belki o zaman iyilikleri ve güzellikleri bir nebze de olsa hissedebileceğimiz bir ortama kavuşabilir…