Bu satırların yazarı Avrupa Birliği’nin Türkiye ile olan ilişkilerinin tamamen yapay, ikiyüzlü ve çifte standartlı olduğuna inananlardan biridir. Bu inancını da 2000 yılından bu yana ulusal ve yerel çeşitli gazete ve dergilere yazdığı makalelerde yeri geldikçe dile getirmiştir. Ama şunu da belirtmekte fayda vardır: Avrupa Birliği karşıtı olmamız, karşı tarafın samimi olmadığını görmekten ve sürecin kesinlikle tam üyelikle sonuçlanmayacağına inanmamızdan kaynaklanmaktadır.
Zorla güzellik olmuyor. Adamlar bizi istemediklerini zamanında değişik şekillerde ve açık açık söylediler. Bunları burada tekrar etmeye gerek görmüyorum, sıralamaya kalksam satırlar da yetmez. Ama baktılar ki bizimkiler politik çıkarları için anlamazdan geliyor, bari bunu kullanalım dediler.
Onlar Türkiye’yi AB’ye alacakmış gibi yapıp aleyhimize ne varsa dayatırken, bizimkiler de girecekmişiz gibi yapmakta beis görmüyor. Çünkü müstakbel üyelik muhabbeti, bu dayatmalar karşısında çaresiz kalınca kullanılan ve çoğu kimse için de hala inandırıcı olan bir argüman!
AB’nin her gün tanık olduğumuz, nalıncı keseri misali sürekli kendine yontan ve biraz da tarihten kaynaklanan düşmanca tutumuna son örneklerden biri de bu vize muafiyeti meselesi…
Yürürlüğe girmesi için, bu vahim ortamda terörle mücadele yasasında değişiklik yapılmasını ve terör tanımının yumuşatılmasını istiyorlar!..
Bunun açık anlamı, devletin terörle ve fikir özgürlüğü bahanesiyle ona destek veren unsurlarla yaptığı mücadeleyi sulandırmaktır. Türkiye mevcut ortamda kabul edilmesi mümkün olmayan bu dayatmayı tabii ki kabul etmedi ama bu arada mültecilerle ilgili Geri Kabul Anlaşması’na da angaje olmuş oldu.
Son gelen bilgiler, Yunanistan’a geçmek isteyen çoğunluğu Suriyeli olan mültecilerin sayısında Nisan ayında yüzde 90’lık bir azalma olduğunu gösteriyor. Buna rağmen AB onlar için vereceği 3 milyar Avro konusunda hala ayak sürümekte, bu insani yardımı dahi Türkiye’den bir şeyler koparabilmek adına fırsata dönüştürmenin yollarını aramaktadır.
Türkiye, ağzı ile kuş tutsa yaranamayacağı ve asla eşit bir statü ile katılamayacağı AB’ye ‘’vize muafiyetiniz batsın’’ diyerek, GKA ve mülteci geçişlerini önleme gibi uluslararası hukuka ve etiğe pek de uygun olmayan bu anlaşmayı artık gündeminden çıkarmalıdır.
Avrupa’ya geçmek isteyen mülteciler Avrupa’nın sorunudur.
NAKDİN KRAL OLDUĞU DÖNEM
Amerikan Merkez Bankası Fed’in Nisan ayında yaptığı toplantının tutanakları piyasaları oldukça şaşırttı. Buna göre Fed üyeleri Haziran ya da Temmuz’daki toplantıda faiz artırma yönünde istekli görünüyor. Bu yeni yaklaşım, piyasalar üzerine çöken rehavete son vererek daha gerçekçi fiyatlamaların başlamasına yol açtı. O nedenle yakın bir gelecekte özellikle gelişen ülkelerde fon çıkışlarının yarattığı sıkıntıyı görebileceğiz.
Piyasalara pompalanan suni iyimserliğin küçük yatırımcıları aldatmamasını, taşlar yerine oturmadığı için borsadan uzak durulması gerektiğini her fırsatta söylemiş ve dolar-altın-TL mevduat üçgeninde nakitte kalınmasını tavsiye etmiştik.
Bugün ise, eğer Fed gerçekten Haziran veya Temmuz ayında tekrar faiz artırmaya başlar ve yıl içinde arkasının geleceğine dair inanç güçlenmeye başlarsa yatırım enstürmanları içinde tek favori Amerikan doları olacaktır diyoruz.
HİZMET SEKTÖRÜNE YAPILAN
ALIMLAR OLUMLU AMA…
Devlet, hizmet sektörüne yaptığı alımlarla istihdama katkı sağlıyor. Ayrıca yol, köprü, baraj, havalimanı ve elektrik santrallerinin yapımı da devam ediyor. Kamusal harcamaların büyüme, kalkınma ve istihdam için yapılması bize göre en doğru tercihlerdir. Ama asıl tercihimiz üretmek için yapılan yatırımlar olmalıdır.
Bizim yeri geldikçe ‘’zihniyet değişikliği gerektirir’’ dediğimiz, küresel güçlerin veya son günlerin çokça kullanılan tanımıyla Üst Aklın pek istemediği ve bu nedenle içinde çeşitli riskler taşıyan yatırım tercihleri de bu amaca dönük olanlarıdır aslında…