Şubat ayında yurtiçi piyasalar çakılırken cevabı en çok merak edilen soru; fiyatlamaların Fed ve düşen petrolden mi, yoksa Suriye gerginliğinden mi kaynaklandığı idi.
Aslında sorunun cevabı netti. Fiyatlamalar tamamen Fed ve petrolden kaynaklanıyordu. Başkan Yellen, kademeli olarak yapılacak faiz artışının Mart ayında masada olacağını ima etmiş, bu kadarı bile yalancı bahar yaşayan yurtiçi ve yurtdışı piyasaların bozulmasına yetmişti. Üstüne üstlük petrolün de ayın ilk yarısında hızlı bir şekilde 30 doların altına inmesi ‘’yeni bir kriz mi’’ sorusunu akıllara getirmişti.
Buna karşılık içerde sınır ötesi askeri operasyon seçeneği; Rusya ile birlikte Kürdistan’ın ikinci aşamasını hayata geçirmeye çalışan sözde müttefiklerimizden destek bulamadığı için gerçekçi görünmemiş ve fiyatlanmamıştı.
Peki, küresel finans piyasaları bu ay Fed’ten ne bekliyor? Faiz artışı her ne kadar Mart ayındaki FOMC toplantısında masada olsa da, gerçekleşmesi küçük bir ihtimal. Çünkü Yellen’ın ‘’ABD ekonomisinde iyi gelen verilerin yanında küresel ekonomideki gelişmeleri de göz ardı etmeyeceğiz’’ söylemi ve petrol fiyatlarının düşmesi bu ihtimali zayıflattı. Ama faiz artırma süreci bazılarının iddia ettiği gibi kesilmedi, devam ediyor. Petrol fiyatları yükselirse Fed’in işi daha kolaylaşacaktır.
Faiz arttırmak ABD ekonomisi için bir yerde gerekli de. Neden derseniz…
– Faiz artırmak işler yolunda gidiyor şeklinde bir algı yaratır, ekonomiye güven artar.
– Faiz artışı üretim maliyetlerini artırır, bu da fiyat artışı olarak enfasyona katkı yapar.
– Fiyat artışları başlayınca insanlar ‘’pahalanmadan alalım’’ moduna girer, tüketim hızlanır.
– Gelecekte yaşanabilecek olası resesyon için Fed’e cephane birikimi sağlar.
– Ayrıca Fed’in enflasyon artışına o dev bilançosuyla yakalanma riski de azalır.
Ama rahat ve risksiz para kazanmaya alışan küresel aktörler, faiz ve enflasyon artışına dair hikayelerden hiç hoşlanmıyorlar. Varlık fiyatlarındaki şişmenin normalleşme sürecinde yaşadığı kayıpları bir kriz beklentisi şeklinde yorumlayarak zaman zaman Fed’e bir nevi şantaj yapıyorlar. Özellikle de FOMC toplantıları öncesinde… Başarısız oldukları söylenemez ama bütün bunlar trendi durdurmak için yeterli değil. Çünkü ABD’de ekonomik veriler beklenenden iyi gelmekte ve yakın gelecekte bir resesyon ihtimali kesinlikle görülmemektedir.
Çin’de de işler abartıldığı kadar kötü değil…
Bir diğer nokta da; geçici rahatlamalar sağlayan genişlemeci para politikalarının her ülkede derde deva olmaması. Japonya’nın negatif faize geçmesi, bu politikayı bir süredir uygulayan Avrupa Merkez Bankası’nın negatif faizi daha da derinleştirme ihtimali, batık kredilerle boğuşan bankacılık sektörünün buralarda daha fazla kan kaybetmesine sebep oluyor. Bu nedenle şubat ayında özellikle Alman, İtalyan ve Japon bankalarının hisse senetlerine çok sert satışlar geldi. Başta petrol olmak üzere emtia düşerken ons altın bu nedenle yükseldi. Yaşanan belirsizliklerin ve küresel ekonomiye duyulan güvensizliğin altına olan talebi artırdığını görmekteyiz.
Tekrar içeriye dönersek… Münih Mutabakatı, Türkiye’nin PYD/YPG’ye karşı elini kolunu bağlamayı amaçlıyor. 27 Şubat’ta yürürlüğe giren ateşkesin de bu şartlarda uygulanabilir olması oldukça zor. Avrupa ve Japon bankacılığındaki sıkışıklığın yanı sıra, sınırlarımızdaki bu olumsuz gelişmeler mevcut riskleri artık göz ardı edilemeyecek bir noktaya getiriyor. Dolayısıyla, Türkiye’ye gelecek sermaye akımı ile birlikte ihracat ve turizm gelirlerinin de bir miktar daha azalmasını beklemek gerçekçi olacaktır. Çalkantı ve belirsizliklerin arttığı her dönemde olduğu gibi yatırımcıların dolar, gram altın ve mevduat üçgeninde nakitte kalıp bir süre beklemeyi tercih etmesinde fayda var.