aşbakan Ahmet Davutoğlu yeni kabineyi açıkladı ama piyasaların ekonominin dümenine geçmesini istedikleri isimlerden sadece Mehmet Şimşek, Ekonomi’den Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak kabinede yer aldı. Piyasalar bu nedenle değil ama aynı gün bir Rus savaş uçağının düşürülmesi nedeniyle bozuldu. Bu vahim olay ne yazık ki sadece ekonomiyi değil, Rusya ile aramızdaki siyasi ilişkileri de çok olumsuz etkileyecek.
Piyasaların istedikleri ilk isim olan Ali Babacan’ın kabinede yer almaması mevcut politikanın sürdürüleceği anlamına mı geliyor? Evet, ama Sayın Babacan da olsaydı yüksek kur- düşük faiz politikası devam edecekti. Çünkü devletin siyaseti gibi ekonomisi de isimlere bağlı değildir, öyle ha deyince değişmez. Konjonktür gereği mevcut politika devam etmek zorundadır ve herkes hesabını birkaç yıl daha sürecek olan düşük büyümeye göre yapmalıdır. Bu gerçeği en iyi bilenlerden biri de liyakatinden kimsenin şüphesi olmayan Sayın Babacan olmalıdır. Ama faiz lobisi onun şahsında “Acaba mevcut politikada bir gedik açabilir miyiz’’ hesabı yaparak mümtaz medyamızın liboş ekibini sürekli bu yönde kullanıyordu.
Halbuki cari denge yıllardan beri ilk kez fazla vermeye başladı ve mevcut kırılganlığı kısa vadede azaltmanın başka yolu yok. Üstelik küresel iklimin değişeceği, ihracat gelirlerinin de hem Rus krizinden hem parite kaynaklı azalacağı kritik bir döneme giriyoruz. Dolayısıyla, orta vadede yön değiştirmek mümkün değil. Hükümetin yeni programında Merkez Bankası’na ilişkin “Bağımsız’’ ibaresinin kaldırılmasını buna yorumluyorum. Bankanın görev tanımının da ileride değiştirileceğini sanıyorum.
Peki cari dengeyi tutturmak konusunda başka neler yapılabilir?.. İthal ikamesi uygulamak, yüksek teknolojili ürünler konusunda inovasyona ağırlık vermek kalıcı denge ve istihdam sağlayan en doğru politikalar, bunu biliyoruz ama yapılabileceğimiz başka bir şey daha yok mu? Var: Dışarıya olan enerji bağımlılığımızı azaltmak. Çünkü cari açığın en büyük kalemini enerji oluşturmakta. Dolayısıyla, inşaatı süren (Rusya vazgeçmezse) Akkuyu Nükleer Santrali yanında, kendi özkaynaklarımızla yaptıracağımız yeni nesil santrallerin bir an önce hizmete sokulması ciddi biçimde düşünülmeli. Türkiye bu meseleyi maalesef çok savsaklamıştır. Üretimde kullanılan elektriğin neredeyse yarısını doğalgazdan sağlayan ülkemizde ucuz ve kesintisiz enerji üreten nükleer santrallerin yapımı bunca yıl çevrecilerin nezdinde ama gerçekte emperyalist baskılarla sekteye uğratılmıştır. Fakat bir ülkenin enerji ithalatçısı olarak kalıp ekonomi liginde tur atlaması mümkün değildir.
Zannedildiği gibi nükleer santraller çalışırken çevreyi termik ve hidroelektrik santraller gibi kirletmezler. Açığa çıkan radyasyon reaktörün kalbinde saklanır. Bir kaza meydana gelmezse çevreye radyasyon yayılmaz. Burada santralin güvenliği ve güvenilir bir şekilde çalışması, atığın da kurallara uygun biçimde depolanması önemlidir. ABD 4. nesil nükleer santrallerin geliştirilmesi konusunda kendisi dahil 10 ülke ile protokol imzalamış bulunmaktadır. Bu da nükleer enerjinin gelecekteki vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır.
Son yıllarda rüzgar santrallerinde de gözle görünür bir artış olmakla birlikte bu sistemlerin jeneratör, kanat gibi pahalı aksamlarının ithal edildiği düşünülürse, nükleer enerji konusunu cari açık sorunuyla birlikte yeniden ele almanın önemi anlaşılmaktadır. Rus krizi belki de bu süreci hızlandırmaya vesile olacaktır. Kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomi için enerji bağımlılığını kırmak şarttır.