Hiç kuşkunuz olmasın; “yaşam” denilen, bazen uzun, bazen de kısa cenderenin deviniminde artık tarihin tekerrürü her şeyi kapsıyor… Tarih bazen iyi, bazen de kötü şeyler için tekerrür ederken yaşamsal dersler de veriyor!.. İşte tam da bu sırada hiç şüphesiz “rüzgar eken” fırtına biçiyor!..
Peşinen dikkat çekeyim; kim, geçmişte utanacağı ne yapmış olursa olsun, ekmeğini yalnızca yazarlıkla kazanan ve şu ahlaksız düzende dik ve tertemiz kalmaya çalışan bir basın emekçisi olarak, aşağıda aktaracaklarım “oh olsun” anlamına da gelmiyor…
Çünkü bizzat ben de “solcu”, “devrimci” hatta ne “hikmet”se (!) “düşünce özgürlüğü” savunucusu olduğu iddia edilen Cumhuriyet gibi bir gazetede “sansür”lenmiş bir gazeteciyim…
Üstelik o gazeteden tazminatsız işten atılarak tüm hakları gasp edilmiş biri olarak, medya üzerindeki baskıyı iliklerine kadar yaşamışsam, “doğruya doğru, yanlışa yanlış” demeye de devam edeceğim… Hikmeti kendinden menkul cemaat işbirlikçisi zavallıların aksine, asla eğilmeden ve de yıkılmadan…
O yüzden ortada gerçekten “haber” verme ve yorum paylaşma uğruna hareket eden, kitlelerin ve haksızlığa uğrayanların sesi olmak için yapılanmış bir “medya” olgusu varsa, onlara yönelik baskılara karşı çıkmak da her zaman boynumun borcu olacaktır…
Daha açık söyleyeyim ki; gazetecilikte uğraşlar “basın işle-vinin sınırları” içinde kalıyorsa, benim için sağcıymış, solcuymuş, dinciymiş fark etmiyor!.. Çünkü “medya” denilen yapılanma gerçekten gazetecilik yapıyorsa, özgür bırakılmalı ancak en önemlisi de bu işlevini yürütürken “bağımsız” olmalıdır…
Mürit medyanın özgürlüğü!..
Cemaat yanlısı “İpek Yayın Grubu”na yönelik dünkü operasyonlar işte bu sözcükle yani “bağımsız” yaklaşımının sınırları içinde de değerlendirilmelidir…
Söyler misiniz; cemaat medyası ne kadar bağımsız?.. Cemaatin “medya” holdingleşmesindeki asıl işlevi gazetecilik mi yoksa, siyaset- mürit tabanını kullanarak devletin, “paralel yapı” organizasyonuyla ele geçirilmesinde tetikçi olmak mı?..
Yani “örgüt”ler, “çete”ler ve karanlık odaklarla kol kola; tehdit, sindirme, terör estirme, saptırma, çarpıtma, örtbas etme, dezenformasyon yapma, “kumpas” kurma, “balyoz” indirme için yapılanmış bir “medya” varsa, bunların “basın özgürlüğü”nün sınırları içinde at koşturmasında cemaat medyası ne kadar dürüst acaba?..
Peki; düne kadar düğün davetiyesi markasıyla (Koza-İpek) anımsanırken bir anda sırtını cemaate dayayarak medya imparatorluğu haline gelen İpek Grubu, AKP iktidarı döneminde basın ahlakı, ilkeleri ve özgürlüğünün sınırları içinde kaldı mı ki?..
Zulüm unutulur mu?..
Yukarıdaki soruların yanıtı ne yazık ki “hayır!..” Çünkü bu sorulara gaflete düşerek “evet” yanıtı vermeye kalkışacak ahmak işbirlikçiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tamamen kuşatma operasyonunda “Ergenekon” ve “Balyoz” “kumpas”ıyla yapılan taarruzları, yargısız infazları, operasyonları, iftiraları ve kirli karalamaları unutmuş olurlar…
Onlar, Kuddisi Okkır’dan İlhan Selçuk’a kadar yürütülen zulmü ve Türkan Saylan’a yönelik utanmazlığın yanı sıra, “Ergenekon” kumpası nedeniyle yaşamlarını yitiren diğer 12 masumun adeta katledilmesini de unutmuş olurlar…
Yine bugün “basın özgürlüğü” naraları atan işbirlikçiler, Erdoğan’ın ses kaydını yayınladığı için Ulusal Kanal’ın basılmasını, tüm yöneticilerinin tutuklanmasını ve Aydınlık gazetesi üzerinde yaratılan terörü hasıraltı etmiş olurlar…
O halde kimse kendini kandırmasın; İpek Grubu, aralarında Zaman çevresinin de bulunduğu diğer cemaat medyası gibi “Ergenekon” ve “Balyoz”da tetikçilik yaptı, kumpasa psikolojik destek verdi, insanları karaladı ve masum oldukları kanıtlanan yüzlerce asker, gazeteci ve siyasetçinin 6 yıl boyunca zindanlarda çürütülmesine katkı sundu…
Ortaklığın kurbanları!..
Evet; hangi ideolojide olursa olsun “gerçek basın” kesinlikle özgür olmalıdır ve susturulmamalıdır…
Ancak cemaat medyasının, “Ergenekon” ve “Balyoz” kumpası sürerken, “gözaltıların gazetecilikle ilgisi yok” ve “bu mu gazetecilik” gibi medyaya yönelik baskıyı legalleştiren utanç verici başlıkları unutulmadı… Zaman gazetesinin manşetleri de bu saldırılara örnektir…
Cemaat medyasının; gazeteci ve yazarların telefon kayıtlarını yayınlaması, masumların özel yaşamlarını deşifre ederek Atatürkçüler, solcular ve ulusalcılar üzerinde psikolojik harp uygulaması da belleklerden silinmedi…
Üstelik herkes bilir ki, cemaat medyası AKP ile büyüdü, AKP ile işbirliği yaptı, cumhuriyetçilere kumpası da AKP ile birlikte kurdu… Kısacası AKP “saldır” dedi, cemaat medyası bürokrasideki yandaşlarının servis ettiği sahte belgelerle cumhuriyetçilere taarruz etti, çok can yaktı, çok yuva yıktı ve çok da beddua aldı…
Adalete sığının!..
Kaderin cilvesi midir, yoksa “kumpas”ta ölenlerin ahı mıdır nedir, AKP-cemaat ortaklığı “halife kim olacak, Fethullah mı, Tayyip mi” kavgasıyla “kumpas”ın Erdoğan’a kadar uzatılmasıyla bozuldu!..
Post kavgasında hem kirli çamaşırlar ortaya serildi hem de devran çok hızlı dönünce ortaklar birbirine girdi… Yani nalıncı keseri bugünlerde kendi sahibini yaralıyor!..
Hiç kuşkusuz basın özgür olmalıdır ama cemaat medyasının geçmişte yaktığı canları düşününce, doğrusu bugünlerde meydanlara çıkıp, “özgür basın susturulamaz” diye takiyeci sloganlar atmak kimsenin içinden gelmiyor…
Söylenecek tek söz var; kavga AKP ile cemaat arasında ama cemaat medyasının da hak arayacağı tek yer şüphesiz yargı olacaktır… Gazetecilikte şaibeli olsalar da cemaat medyasının yargıda hak arama özgürlüğünü göz ardı etmeyeceğiz. Çünkü onlar kuşatsa da, adalet herkese lazım…