Demokrasi, hukuk…

Demokrasi, hukuk,insan hakları ve özgürlükler

AKP’yi demokrat, başındaki kişiyi de kahraman gibi görmüştü kimi eski solcu aydınlar. Yalakalık düzeyinde destek vermişlerdi.
Saraydaki kişi hakkında “diktatör” yakıştırmaları yeni değil.
Bu tanımı ilk kullananlar, AKP iktidarına payandalık yapan bazı entelektüellerdi.
AKP’yi demokrat, başındaki kişiyi de kahraman gibi görmüştü kimi eski solcu aydınlar.
Yalakalık düzeyinde destek vermişlerdi.
Sanki Türkiye’de hiç demokrasi mücadelesi verilmemiş gibi AKP’nin kuyruğuna yapışıp; sırf askeri paramparça ediyor diye Erdoğan’ı neredeyse siyasi peygamber ilan etmişlerdi.
Bu güruha göre Erdoğan Türkiye’de devrim yapıyordu, arkasında durulmalıydı. Sonra içlerinden biraz daha akıllı olanların bazıları gerçeğin bu olmadığını düşünmeye başladı.
Erdoğan’a verdiği destekle tanınan ve basında hızla yükselerek Erdoğan’ın kontenjanından bir ara Hürriyet Gazetesi’nde yazmaya başlayan Nuray Mert adlı bir akademisyen vardı.
Hürriyet Gazetesi’nde yazmasını Erdoğan’ın bir lütfu değil de bileğinin hakkıyla kazanılmış bir başarı olduğunu zannettiğinden olacak Başbakan’a birkaç eleştiri yazısı yazdı. (Erdoğan da kendisi gibi demokrat ya)
Sonra kendini rolüne iyice kaptırarak Erdoğan’ın sivil darbe yaptığını, diktatör tavırlar içinde olduğunu yazmaya kalktı.
Elbette Erdoğan’ın talimatıyla geldiği yerden yine aynı biçimde kapı önüne konuverdi.
Ama hiç olmazsa Erdoğan’ın aslında demokrat biri olmadığını yazan ilk yandaş entelektüel olarak kayda geçti.
Şimdi adını bile hatırlayan var mı bilemiyorum.
Tabii ardından uyanan başka yandaş aydınlar da oldu.
Hepsi birer birer tasfiye edildi.
Şimdi çoğundan haberimiz bile yok.
Bunların en meşhurlarından Hasan Cemal ikidebir dağa çıkmasa bu eski takımdan hiçbir haber alamayacağız.
Sonuç olarak eski bir yandaş entelektüelin taktığı “sivil darbe- diktatör” tanımları ister istemez Erdoğan’a yapıştı.
Ancak Erdoğan bu tanıma çok kızıyor. Diktatör gibi anılmak istemiyor elbette.
Diktatör olmadığını kanıtlamak için pek çok konuşma yaptı halkın huzurunda.
Örneğin “diktatör olsaydım bunlar sokağa çıkabilirler miydi?” diye sordu bir keresinde.
Yine bir defasında “hangi diktatör için bunlar yazılabilir” diye medyaya saydırdı.
Karşısındakiler avuçları patlayarak alkışladılar hep bu sözleri. Öyle ya Erdoğan diktatör olsa bu muhalifler bu kadar konuşabilir miydi, hepsinin hapse atılmasını bırakın, yaşamaları bile mucize sayılırdı.
Demokrat Erdoğan’ı alkışlayan demokrat AKP tabanı da demokrasiyi böyle bir şey olarak görüyordu.
Oysa örneğin 1 Mayıs’ta, 1 Haziran’da insanlar Erdoğan’ın emriyle sokaklara çıkamıyordu, sesini biraz yükseltenin yüzüne gaz sıkılıyor, su bombardımanı altında bırakılıyordu. Erdoğan yoldan geçerken beşinci kattaki evinin penceresinden ayakkabı kutusu gösterenler bile yaka paça gözaltına alınıyordu.
Görmek istemeyen görmez elbette. Erdoğan gerçekten diktatör mü? Gerçekten sivil darbe mi yaptı?
Bazı uygulamalarına bakınca Erdoğan’ın demokrasi, hukuk, yasalar, insan hakları, özgürlükler konusunda hiçbir kurala uymadığı görülüyor.
Ancak bana göre 21 Ağustos günü Cuma namazından çıkarken yaptığı konuşma Erdoğan için “diktatör” tanımının yapılabilmesi için su götürmez bir kanıt gibi.
Saraydaki zat aynen şunları söyledi; Ana muhalefet partisine yetki verilmeli… Bu görüşmeler yapıldı, o zat Beştepe’yi tanımıyorum, gitmem derken, Beştepe’yi tanımayanı Beştepe’ye niye çağırayım? Zaman kaybetmeye gerek var mı? Cumhurbaşkanı seçime götürebilir mi? Götürebilir. Cumhurbaşkanı olarak pazartesi 45 günün sonu. Meclis başkanımla bir görüşme daha yapacağım sonra da hayırlısıyla ülkemizi erken seçime götüreceğiz. Kimi görevlendirirsem görevlendireceğim kişi de burada seçim hükümetini parlamento içinden gerekirse dışında almak suretiyle kabineyi oluşturur ve seçime gideriz. ŞU andaki süreç budur . Güvenlik güçlerimiz bütün önlemlerini aldı, YSK bütün hazırlıklarını yaptı. Bu süreç içerisinde kim ön süreç yapacaksa, hazırlıklarını yapacak. Şu an açıklanan tarih 1 Kasım. 1 Kasım’da inşallah Türkiye seçimi yaşayacaktır.
Bu konuşmadan anlaşılan şu; “Beni tanımayanı ben neden hükümeti kurmakla görevlendireyim.”
Bir ülkenin en tepesinde oturan ve yetkileri arasında başbakanı belirlemek, bakanları atamak, seçim kararı almak olan kişi, bu yetkilerinin anayasal bir dayanağı olduğunu bir kenara bırakıp konuyu şahsileştirerek “Bana saygı göstermeyene hayat hakkı tanımam, demokrasiyi, hukuku işletmem” diyebiliyor.
Dünyanın hiçbir gerçek demokratik ülkesinde yetki sahibi bir kişi hangi nedenle olursa olsun anayasal görevlerini şahsileştirerek duygusal tavır alamaz.
Bunu yapan en hafif deyimle “diktatörce yaklaşımlar içine girmiştir” diye tanımlanabilir. Saraydaki kişi diktatör yakıştırmalarına çok öfkeleniyor ve bunu söyleyenlerin hayatını karartmak için elinden geleni yapıyor.
Ama artık kızmaya hakkı yok.
Kızamaz.
AKP dışındaki bir partiye görev vermemesini “Beştepe’yi tanımıyorlar” gerekçesiyle açıklamaya kalkması bu hakkı elinden alıyor artık çünkü.
Muhalefeti yok sayan, hükümet kurulmaması için atadığı kişiye baskı yapan, seçim tarihini bile ne olur ne olmaz diyerek üstelik adeta emir verir üslupla kendi açıklayan bir kişi, hakkındaki bazı tanımlamaları giderek hak ettiğini bilmelidir.
Gerçi artık çok az süresi kaldı. 1 Kasım şunun şurasında göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçecek.
O anlayıp bilene kadar halk tokadı atmış olacak zaten.