Süleyman Demirel de bu dünyadan göçtü… Biliyorum ardından çok şey yazılacak; darbelerle görevden alınması “kaç kez gelip, kaç kez gitti”ği, kaptırmak istemediği ünlü fötr şapkası, fıkralara konu alan esprileri, hazırcevap olması, içtenliği, şaşırtıcı zekası ve de tabii ki yılmadan direnişi…
Demirel hiç kuşkusuz en çok da “Siyasette 24 saat uzun süredir” ilkesine dayanan politik direnişiyle anılacak… Ve herkes bilecek ki, madem gidilecek bir hedef vardı, o halde “yollar yürümekle aşınmaz…”
Ispartalı Demirel, geçmişte “Şapkayı aldı gitti” diye eleştirilse de o yalnızca darbe ve muhtıralara karşı tavrıyla değil, siyasette hep ayakta kalabilmek için verdiği müthiş ve kararlı mücadeleyle de şüphesiz unutulmayacak…
Demirel’e tabii ki kızanlar ve eleştirenler de çoktur… Geçmişinde tepki çeken uygulamaları elbette vardır… Her siyasetçi gibi onun da hataları tartışılacaktır. Özellikle Nurculara yakın durması tabii ki eleştirilecektir.
Hiç kuşkusuz, ülkeyi darbeye sürükleyecek 12 Eylül öncesindeki tartışmalı ve kanlı sürecin sorumlularından biri olarak da sayılacaktır… Özellikle, “Bana ‘Sağcılar cinayet işliyor’ dedirtemezsiniz” sözü nedeniyle hep tepki çekecektir…
ÇOBANLIKTAN ÇANKAYA’YA…
Ancak Süleyman Demirel gibi Türk siyasetinin son 50 yılına damgasını vurmuş bir figürü, anılarıyla hep var edecek iki gerçek var ki, günümüz siyasetçilerine de ders verir niteliktedir.
Süleyman Demirel günümüzdeki kimi şaşkınlar gibi siyasete paraşütle gelmedi… O, Isparta’nın sıradan bir köylüsünün, üstelik de “Çoban Sülo” lakabıyla anılan bir Türk yurttaşının, DSİ’den siyasete, başbakanlıktan Çankaya’nın zirvelerine kadar tırmanabileceğini gösteren şaşırtıcı ve ender örneklerden biriydi…
Demirel o yüzden çobanlık yapmış bir köylü olduğunu hiçbir zaman unutmadı, kitlelerle ilişki kurduğunda yakaladığı başarının ardında da geçmişinin olduğunu göz ardı etmedi…
Yöresel şiveyi, diplomatik dille harmanlamayı da beceren Demirel, nüktedan kimliğini kitlelerle kucaklaşırken en önemli özelliklerinden biri olarak kullanmaktan kaçınmadı…
Demirel işte bu yüzden siyasetin her anında kitlelere tepeden bakan değil, halktan biri imajını vermeye devam etti…
Müthiş zekası ve hiç unutmayan hafızası nedeniyle medyayı ve siyasileri her zaman şaşırtmayı başaran Demirel, muhafazakar bir çizgide dursa da, Atatürk sonrasında, bu ülkenin siyasete armağan ettiği cumhuriyet yanlısı bir siyasetçi olarak da unutulmayacak…
RENKLİ VE NÜKTEDAN…
Demirel; Alpaslan Türkeş, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’dan sonra, aslında “millici” duruşuyla, ne olursa olsun Cumhuriyetin niteliklerine bağlılığıyla yürüyen son siyasiydi…
Yani “Çoban Sülo”, rejimin emeklediği 1920’lerde dünyaya gelen cumhuriyet kuşağı siyasetin en renkli son temsilcisiydi…
Demirel’in şimdiki kimi siyasiler gibi, Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve laikliğe özel bir düşmanlığı yoktu… Padişahlık ve hilafet peşinde de değildi…
Kimi yeğenleri 12 Eylül öncesinde hayali ihracatla şaibeli hale gelse de Demirel, siyaset yolsuzluğu ve vurgunculuğu içinde pek anılmadı… O yüzden ki, “7 kez gidip, 8 kez gelince” kitleler onu Atatürk’ün koltuğuna kadar taşıdı…
DEMİREL’İN URFA SİTEMİ!..
Demirel’in doğduğum topraklar açısından da büyük önemi var… Demirel 3 Nisan 1973’te Urfa Tünelleri’nin temelini atarken, siyaset tarihine de kazılan o ünlü sözü, yörenin kalkınma müjdesini de veriyordu “Dağları değil, çağları deliyoruz…”
Bugün, Urfa’nın yüzyıllar boyunca kıraç kalmış toprakları suya kavuşmuşsa, artık orada bir yılda üç ürün alınabiliyorsa bunun en büyük gerekçesi şüphesiz Süleyman Demirel’dir…
Urfa Tünelleri’nden sonra temelini kendisi atmasa da, Atatürk Barajı’nın yapımında da onun yol gösterici tavrı etkilidir…
Bugün Atatürk Barajı gölünün suları elektrik üretirken, aynı zamanda Harran’ın çatlak topraklarına bereket vermişse, şüphesiz buna olanak veren mecra da, temelleri Demirel tarafından atılan Urfa Tünelleri’dir…
Demirel’le yollarımız işte Urfa’nın su kavgasıyla olsa da ilk kez kesişecekti… Bundan 10 yıl önce “Harran ve Fırat’ın Dramı; Suyu Arayan Toprak” adlı kitabımı kendisine de göndermiştik…
Kitaptaki, “Urfa’nın su kavgasını siyasette kullandı” şeklindeki saptamama içerlemiş olmalı ki, yaklaşık 10 gün sonra Demirel’den bir kargo geldi…
Pakette, Demirel’in yaşamını anlatan bir kitap ve bir de bana yazılmış, ince bir sitemin de yer aldığı mektup vardı. Mektupta özetle, “Ben su kavgasını siyasette kullanmadım” diyordu… Haklı olabilirdi…
Bu mektuptan kısa süre sonra Demirel’in basın danışmanı aradı ve istersem beni 9. Cumhurbaşkanıyla görüştüreceğini söyledi… Anladım ki, Demirel’in kitabım ve Urfa ile ilgili daha çok söyleyecekleri vardı… Keşke gidip dinleseydim…
Gazetecilik yaşamımın en önemli pişmanlıklarından biri Demirel’in çağrısına gidememek oldu… O dönemde nasıl bir aksaklık oldu bilemiyorum ama Demirel’le ne yazık ki buluşamadık…
Demirel’in mektubu ve imzalı kitabı bende duruyor… Urfalılar bir liseye adını vermek dışında vefa örneği göstermeseler de en azından yörenin bir insanı olarak hakkını vermem gerekiyor; Harran da Demirel’e çok şey borçlu… Urfa biliyor ki, “Barajlar Kralı GAP’ı gaptırmadı!..”
“Çoban Sülo”, hatasıyla vefasıyla, günahıyla sevabıyla, doğrusu ve yanlışıyla büyük izler bıraktı, ışıklar içinde yatsın…