Seçimler bitti.
Koalisyon dönemi açıldığı kesinleşti.
İş kimin kiminle hükümeti kuracağında artık.
Ancak ona gelmeden birkaç saptama yapmak istiyorum.
Seçim akşamı bütün siyasi liderler “zafer” konuşmaları yaptılar.
Anladığımız şu ki bütün partiler seçimden başarı ile çıktıklarına inanıyor.
Bu yanlış.
Çünkü bu seçimden hiçbir parti başarılı çıkmadı.
AKP yüzde 41 oyla birinci olduğuna seviniyor ve “milli irade hala arkamızda” masalını söylemeye devam ediyor.
Evet AKP birinci partidir, en yakın rakibine yüzde 16 fark atmıştır, buna karşın 13 yıldır sürdürdüğü tek başına iktidar olma özelliğini kaybetmiştir.
Partinin yeni genel başkanı yüzde 49’dan aldığı oy oranını yüzde 40 küsura, 326 olan milletvekili sayısını da 256’ya düşürmüştür.
Peki burada bir başarı var mı? Yok.
CHP oran olarak gerilemiş, oy sayısında ise küçük bir artış sağlamıştır. 4 yılda artan seçmen sayısı göz önüne alındığında bu oy artışının hiçbir anlamı olmadığı ortadadır. CHP’nin bu seçimde “başarı” olarak kendi hanesine yazdırabileceği tek şey “AKP’nin tek başına iktidarının bitirilmesinde önemli katkımız oldu” diyebilmesidir.
MHP ilk bakışta oylarını artıran parti gibi gözükmesine rağmen yıllardır hep aynı çizgi arasında gidip geldiği ve sonuçta belirleyici olma özelliğini de kazanamadığı için “başarılı” addedilemez.
Seçimin en flaş partisi HDP yüzde 10 barajını aşarak 80 milletvekili çıkarmıştır.
Ancak kendilerinin de bildiği gibi toplumdaki “AKP’nin tek başına iktidarını bitirmek için HDP’nin barajı aşması gerekiyor” algısı bu partiye ciddi oranda bir “emanet oy” getirmiştir.
Kimi siyasi otoriteler “HDP bir dahaki seçimde daha yüksek oy alır” diyorlarsa da buna katılmıyorum.
HDP bu seçimde alacağı en yüksek oyu almıştır. Seçim barajının düşürülmesi halinde yüzde 10’u bile bulması çok zordur.
Tabii son seçimler şunu da gösterdi ki, HDP’nin ille de yüzde 10’u geçmesine gerek yok, yüzde 7-8’lik oyla bile 70’e yakın milletvekili kazanabiliyor.
Şimdi gelelim koalisyon olasılıklarına.
Şu anda pek dillendirilmese de başta uluslar arası sermaye olmak üzere Türkiye’deki büyük şirketler, iş dünyası, merkez medya kendini bir AKP-CHP hükümetine hazırlıyor. Bu iktidar “büyük koalisyon” olacağı için herkesin işine de geliyor.
CHP üst yönetiminde de bu görüşe çok sıcak bakanlar var.
En azından “iktidarda olmayı” bir avantaj olarak görüyorlar ve bunun gelecek için önemli bir adım olacağına inanıyorlar.
CHP’deki bu “şimdilik” görünmeyen niyetin karşısındaki en büyük engel kamuoyu baskısı.
CHP’ye oy verenlerin tamamına yakını “AKP’nin iktidarın içinde yer almasını” asla istemiyor.
Tam tersine başta yolsuzluklar olmak üzere, Gezi katliamının, haksız ve hukuksuz yargılamaların, adet haline getirilen yasadışılıkların ve anayasa ihlallerinin hesabının sorulmasını bekliyor CHP’ye oy verenler.
Bu durumda AKP-CHP hükümeti olanaksız değilse bile çok zordur.
Hiçbir şekilde başka bir koalisyon kurulamaması halinde ve Cumhurbaşkanının “parlamentoyu feshedip seçimleri yenilemeye karar vermesine ramak kala” can havliyle böyle bir ortaklık kurulabilir.
MHP’nin koalisyonla ilgili tavrı şimdilik çok sert. “Biz yokuz, millet bize ana muhalefet görevi verdi” diyerek sorumluluktan sıyrılmak istiyor.
HDP ise sessiz. Sanki “nasıl olsa bize gelecekler o zaman görürler günlerini” havasındalar.
Oysa Türkiye’de kamuoyunun duyguları çok farklı. Partilerin seçim sonucuna göre hesap yapmalarının aksine “üç partinin bir araya gelerek” hükümet kurmasını istiyor.
MHP ile HDP yan yana gelemezmiş.
HDP ile koalisyona girmek o partinin intihar etmesiymiş.
Bunların hepsini geçin.
Bunları bir koalisyon ihtimalini başından baltalamak isteyen AKP pompalıyor.
Sokaktaki vatandaş asla böyle düşünmüyor.
Şimdi gelelim işin en önemli noktasına.
Saraydaki zatın hiçbir koalisyon formülüne sıcak bakmayacağını, içinde AKP olsa bile bunun kendisi için çok ciddi bir tehlike olduğunu bildiğini seçim akşamından beri anlatmaya çalışıyorum.
Zaten bu bilinmeyen bir şey değil.
Saraydaki zatın asıl amacının bir hükümet kurulmamasını sağlamak ve yasal süre 45 gün bitince “meclisi feshedip 90 gün içinde seçim kararı almak” olduğunu anlamak zor değil.
Eğer muhalefet sağduyulu ve mantıklı davranmazsa olacak olan budur.
Böyle bir şey Türkiye için çok büyük bir tehdit ve tehlike olacaktır.
Meclis kapanacağı için tüm denetim mekanizmaları da ortadan kalkacak, seçime bu hükümet ile gidilecek, yüzde 10 barajı aynen kalacak, AKP hükümeti devletin bütün olanaklarını kullanarak seçim kampanyası yapacak, saraydaki zat ise durumu bir ölüm kalım meselesi olarak gördüğü için ne yasa ne anayasa takmadan bütün gücüyle propagandanın içinde olacaktır.
Bu tablo ile gidilecek seçimden son seçimdeki sonuçların çıkması bile mümkün değildir.
HDP’ye verilen emanet oyların geri dönmesi, “kaos olacak, hepten mahvolacağız” korkusuna kapılan kitlelerin bilinçsizce AKP’ye gitmesi, MHP ve CHP’nin çok ciddi oy kaybetmesi kesin gibidir.
Demek ki yapılması gereken ilk şey hükümeti AKP’nin elinden almaktır.
Eğer bir seçime gidilecekse bunun asla AKP patronajında olmaması sağlanmalıdır.
Şu anda bir türlü bir araya gelemeyen üç patiye seslenmek istiyorum;
“Güzel kardeşim, bırakın anlamsız laflar söylemeyi, siz önce şu hükümeti bir devralın, sonrasına bakarız.”
İşte daha önceki önerimi yine tekrarlıyorum.
Üç partinin koalisyon anlaşması yapmasına gerek yok.
Sadece bir konsensus yapsınlar.
Desinler ki; “Biz üç parti anlaştık. Cumhurbaşkanının CHP veya MHP’den görevlendireceği bir kişinin kuracağı hükümete kayıtsız koşulsuz güven oyu vereceğiz. İşte bunu deklare eden 295 imzamız da burada.”
Bakın burada da ince bir nokta var.
Üç partinin böyle bir irade beyanı yapmaları halinde bakalım saraydaki zat buna uyacak mı?
Muhalefetten bir kişiye görev verip kuracağı hükümeti onaylayacak mı?
Sadece bunu test etmek ve saraydaki zatın niyetinin kamuoyu tarafından öğrenilmesini sağlamak için bile böyle bir konsensus sağlanabilir.
Bakanların ille milletvekillerinden oluşmasına da gerek yok. Tamamı dışarıdan atananlarla da bir hükümet kurulabilir.
Üç parti makul bir süre sonra seçime gideceğini ilan ederek, asıl gücü Meclis’e verir.
Hükümet devletteki partizan kadrolaşmayı bir gecede bitirebilir.
Tüm valiler, emniyet müdürleri, kaymakamlar, genel müdürler, MİT müsteşarı görevden alınır.
Parlamento ise derhal yolsuzlukları soruşturmaya başlar, AKP tarafından dayatma ile çıkarılan, eğitim, güvenlik gibi hassas konulardaki yasaları tekrar ele alır, yüzde 10 barajını düşürüp partiler ve seçim kanunlarında değişiklikleri halleder.
Deyin ki, böyle bir hükümet kuruldu ve sorun çıktı, hükümet düştü.
Ne fark eder?
Yeni bir hükümet kuruluncaya kadar bu hükümet görevde kalacaktır.
Saraydaki zat “mecburen” seçim kararı alacaksa da seçime yine bu hükümetle gidilecektir.
Türkiye’nin kurtuluşu bana göre budur.
Partilerin bunu tartışmasında yarar görüyorum.
Hükümetin bir şekilde devralınmasından sonra akil adamlar kimbilir başka ne formüller bulacaklardır.
Siz yeter ki hükümeti hızla devralın güzel kardeşlerim.
Comments are closed.
Size aynen katılıyorum. Önce şimdiki hükumet düşecek. Sonra üç partinin de anlaştığı ilkeler doğrusunda restorasyon yapılacak. Sonra buyrun seçimlere denebilir. Aksi davranış hem milletin oyuna vefasızlık olur hem de bu aldıkları
oyları bir daha bulamazlar.