Türkiye’de 12 yılı aşkın bir süre AKP iktidarı ile mutlak egemenliğini ilan eden “kültür ve doğa değerlerini metalaştıran” ve kentleri “rantiyenin şantiyesi” olarak gören imar politikaları merkezin güdümünde yürütülmektedir. Aynı anlayışla toplumsal olan her şey ve bütün yaşam değerleri pazara sunulmakta ve önünde engel olarak görülen ne varsa her tür hukuksuzluk ve anti-demokratik yöntemler kullanılarak aşılması hedeflenmektedir.
Bu dönemde “yerelleşme – demokratikleşme” söylemlerinin dillerden düşürülmemesine karşın; zamanla yetkiler merkezde toplanmış “kamusal özerk” kuruluşlar ve toplumun hakları ve demokratik duyarlılıkları görmezden gelinmiştir.
İmar Kanununda yapılan değişikliklerle, çıkarılan 644 ve 648 sayılı KHK ile kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na olağanüstü yetkiler verilmiştir. Çıkarılan 6306 Sayılı Afet riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, Torba Yasalarla ve pek çok yasada yapılan değişikliklerle planlamanın asıl unsurlarından olan yerel yönetimlerin yetkileri elinden alınmış ve planlama süreçlerinde devre dışı bırakılmışlardır.
Yerel yönetimler, Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmeler, Anayasa ile güvence altında olan yetkileri ve yerinde yönetim anlayışı çerçevesinde haklarını savunamadılar. Kendilerine dayatılan hukuksuzluğu gönüllü ya da zorunlu olarak kabul etmek durumunda kalmışlardır.
Merkezileşme politikalarının “imar süreçlerine” yansıması “demokrasi ve kentleşme” bakımından çok ağır sonuçların yaşanmasına neden olmaktadır.
Bu ortamda yapı sektörü üzerinden rant elde etmek amacıyla; plan bütünlüğüne aykırı imar yoğunluğu artışı öngören girişimler merkez ve yerel yönetimler tarafından gündeme getirilmektedir. Belediye başkanları (istisnalar hariç) kentsel dönüşüm adında hukuka aykırı plan değişiklikleri için gece ve gündüz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kapılarını aşındırmaktadır.
Giderek kuruluş amaçlarından uzaklaşan, adı “yağma ve yolsuzluk” ile özdeş hale gelen TOKİ ile işbirliği yapmak kent ve yerel yönetimler için büyük felaketlerin habercisidir. Merkezde ve yerelde kentsel dönüşüm rant hedefinin yanında baskı, tehdit ve zorla el koyma aracı haline gelmiştir. Sosyal çatışmalara ve şiddete davetiye çıkarmaktadır…
Belediye başkanlarının yurttaşlara “imar artışı ve ilave katlar” vaatlerinde bulunmaları rutin işler haline gelmiştir. Kamu adına plan ve yapı denetiminden sorumlu olanların hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu girişimlerle yurttaşları yanıltılmaları ve suç işlemeye teşvik edilmeleri düşündürücüdür. Bu nedenlerle kamuoyunda spekülatif değerlendirmelerin kaynağı haline gelmektedirler.
Kentsel Dönüşüm Yasası, olarak bilinen 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanlar Hakkında Kanun” yurttaşların barınma ve yaşam haklarını ortadan kaldıran bir silah gibi kullanılmaktadır. Başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve TOKİ olmak üzere kimi belediyeler bu yasa ile her istedikleri yapılaşmayı yapabileceklerine ve her türlü yıkım işlerini gerçekleştirebileceklerine inanmaktadırlar. Ve hatta “çantacı müteahhitler” (meslek etik kurallarına bağlı müteahhitleri bunun dışında tutuyorum) kurumlardan ve bu yasadan aldıkları güçle yurttaşları tehdit etmekte ve mülklerine el koymak için girişimlere başlamışlardır…
Öncelikle, Kentsel Dönüşüm Yasası’nın hukuksuzluklarla dolu olduğunu ve Anayasa’ya aykırı olduğunu herkesin bilmesi gerekir. Bu nedenle ilgili yasanın Anayasa Mahkemesi tarafından kimi madde ve bentleri iptal edilmiştir. Yasayı tek başına ele alıp; barınma ve mülkiyet haklarının ve kazanılmış hakların ortadan kaldırılması kesinlikle söz konusu olamaz.
Bu kapsamda;
1- 6306 Sayılı Yasa hiçbir şekilde Anayasa ve ilgili yasalara aykırı uygulanamaz,
2- Yargı bu konularda yurttaşlar dava açarak haklarını savunabilirler ve yargı “yürütmenin durdurulması ve iptal kararları” verebilmektedir.
3- Mülkiyet sahiplerinin sağlam ve iskanlı yapısını kendi izni olmadan hiçbir kurum, kuruluş veya müteahhit zorla yıkamaz.
Sonuç olarak; vatandaşların özel maksatlı ve yanıltıcı bilgilere inanmaması ve haklarını koruyabileceğini bilmesi önemlidir. Bunun için doğru uzmanlardan destek talep edebilirler. Ayrıca, meslek örgütlerinin her zaman çevre ve toplum haklarının yanında olduğunu bilinmelidir.
Bununla birlikte, kentsel karar ve uygulamalarda bireysel hakların toplumsal haklarla bütünleşik ve ilişkili olarak değerlendirilmesinin şart olduğunu unutmamalıyız. Bireysel hakların çıkar savaşına dönüşmemesi; sağlıklı ve güvenli yaşam çevrelerinin oluşmasını en az barınma hakkımız kadar talep edebilmeliyiz.
Yeşil alanı, parkı, okulu, hastanesi, otoparkı kısaca ortak donatı alanları olmayan bir konut hakkı savunulabilir mi?..