Türkiye’nin kronik hastalığı: Cari açık. 1960-1980 yılları arasında ekonomide beş yıllık kalkınma planları yapılır ve ithal ikamesi politikası uygulanırdı. Bunun amacı ithal edilen ürünleri zaman içinde yurtiçinde üretmek, dışarıya olan bağımlılığı azaltmaktı. Yerli sanayi gümrük tarifeleri ve kotalarla korunur, sübvansiyonlarla desteklenirdi ama uygulama amaçlandığı gibi olmadı. 1969-1974-1978 ve 1980 yıllarında yine krizler yaşandı. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düştü, kıtlıklar, kuyruklar oluştu.
24 Ocak 1980 kararları bu uygulamaya hepten son verdi. Küreselleşiyoruz denerek memleket ithalata tamamen açıldı, üreticiler haksız rekabete karşı korumasız bırakıldı. 1994, 2000 ve bunun devamı olan 2001 krizleri yaşandı. Yani her iki uygulama da kendi krizlerini yaratmaktan geri kalmadı, çünkü her ikisinde de yapılması gerekenler tam olarak yapılmadı veya yapılamadı. Günü kurtarmaya yönelik önlemler ekonomiyi daha da içinden çıkılmaz hale soktu. Bazen bütçe açıkları, bazen de siyasi nedenler bu krizlerde yardımcı oyuncu görevi alsalar da, asıl sebep hep aynı olmuştur: Cari işlemler açığı…
2001 Şubatında döviz 2,4 kat artıp 9,8 milyar dolar olan cari açığı kapattıktan sonra ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’’ uygulanmaya başlandı. Programın özeti, yüksek reel faizler karşısında nominal döviz kuruna değer kaybettirmekti. Bu nedenle güçlenen TL, yerleşikler için ithalatı ucuzlattı ve ihracat daha ucuza gelen ithal ara malı girdisi ile yapılmaya başladı. Zaten ham petrolün yüzde 90’a yakını da ithal ediliyordu. Bu yüzden bir süre sonra ödemeler bilançosu yeniden bozulmaya başladı.
2008 yılına geldiğimizde Amerikan ekonomisi krize girerek daralmış, Amerikan Merkez Bankası sıfıra yakın faizle dünyaya ucuz para pompalar olmuştu. Bu arada finansal sistemi güçlenen Türk ekonomisi FED’in bilançosunu büyütmesinden de yararlanarak ticaret hacmini genişletmiş, milli gelirini 850 milyar dolarlara çıkarmıştı. Bununla birlikte cari açık da yeni rekorlar kırmaya başlamıştı. Dolayısıyla kırılganlık arttı. Gidişattan endişelenen Hükümet çareyi 2013 yılından itibaren döviz kurunu artırıp reel faizi düşürmekte buldu. Ama bu arada dünyada konjonktür değişiyordu ve faiz düşürmek TCMB için gitgide zorlaşıyordu. Tehlike yaklaşıyordu ve sebebi de yine cari açıktı.
Bugün geldiğimiz noktada cari açık düşüyor ama buradaki azalma ancak büyümenin düşmesiyle mümkün olabildiği için temel risk unsuru olarak yine tepemizde duruyor. Peki madem öyle, neden bu soruna kalıcı çareler tartışılmıyor ve neden bu seçim ortamında muhalefet partileri bile ekonominin bu en önemli sorununa gerektiği kadar değinmiyor, hatta onu mümkün mertebe görmezden geliyorlar? Ve neden “katma değeri yüksek üretim” yerine “para politikası” uygulayacak insanları bulunmaz Hint kumaşı gibi partilerine topluyorlar?
Çünkü, Türk ekonomisi bir uyuşturucu müptelası gibi artık cari açık olmadan yapamıyor. Sürekli sıcak para istiyor, olmadan büyüyemiyor. Ayrıca bu spesifik konuları seçmene anlatmak hiç kolay değil, fedakarlık ve zaman istemek ise seçimi baştan kaybetmekle eşdeğer. Tabii bir de küresel sermayenin fikrini sormak gerekiyor ki, kanımca burası işin en zor ve netameli kısmı!..
Ama yine de bütün bu güçlüklerle savaşmak lazım… Çünkü üretim yerine para politikası cambazlıklarına bu denli bel bağlamanın maliyeti, teknoloji üretebilen modern bir bilgi toplumu olmaktan vazgeçmek anlamına geliyor.
Türkiye’de temel bilimlere verilen önem giderek azalmakta, fen fakültelerimiz maalesef birkaç yıldır okutacak öğrenci aramaktadır. Nitelikli eğitimden çok dar bir çevre yararlanabilmekte, kalifiye eleman eğitimi geniş kitlelere ulaşamamaktadır. Yüksek teknolojili bazı ürünler dışarıdan alınan patentlerle yapılabildiği halde Ar-Ge yatırımları yetersizdir. Dün, bilim ve teknikte batıyı yakalayabilir miyiz derken, bugün birçok Asya ülkesinin de gerisinde kalmış bulunmaktayız. Bu farkı yakın bir zamanda kapatabileceğimizi de hiç sanmıyorum.
Gelecek nesiller adına oldukça üzücü olan bu tablo, cari açık politikasının da gerçek yüzünü ve gelişmekte olan ülkeler üzerindeki amacını gösteriyor aslında… Artık bunu anlamak gerekiyor.