Geçenlerde TÜSİAD Başkanı enflasyonu büyümenin önünde bir engel, ülke itibarını bozan bir değişken olarak tarif etti.
Liberal akademisyen, işadamı ve finans sektöründe iş yapanlar sırayla ekranlarda arzı endam edip, kur artışının enflasyon beklentilerini nasıl bozduğunu tekrar ediyorlar.
Ekonomi kanalları Dolardaki 1 kuruşluk artışları bile kırmızı alt yazılarla tekrar tekrar geçmekte…
Şimdiye kadar yere göğe koyamadıkları ekonomiyi artık beğenmiyorlar. Halbuki Merkez Bankası bol keseden faiz artırsaydı hiç bunlar olmayacaktı! Sıcak para kaçmayacak, işler hız kesmeyecek, ucuz kurdan alınan Dolarlar dışarda istiflenmeye devam edecekti. Oysa şimdi kur zararını kapatmak için dışardan para getiriyorlar ki, net hata noksan kaleminde görünen rekor artış biraz da bundan kaynaklanıyor. Haliyle üzülüyorlar tabi…
Onlar için geleceğimiz önemli değil, maksat gün kurtulsun, gidebildiği kadar gitsin. Ta ki duvara toslayana kadar… Ondan sonra da suçlu ararlar; yok yapısal reformlar yarım kaldı, yok orta gelir tuzağı falan derler ki, hepsi bahanedir aslında.
Bu muhteremler sıcak paraya dayanarak artan cari açığın gün gelip kuru bozacağını bilmiyorlar mıydı? Tabi ki biliyorlardı. Yükselen kurun enflasyonu ve büyümeyi vuracağını ise bilmeyen yok. Şimdi ağlaşmalarının sebebi artan kurdur; yoksa enflasyon ve büyüme değil. Öyle olsaydı 2014 Ocak ayında piyasalar politika faizinde 200-250 baz puanlık bir artış beklerken, yaptığı 550 baz puanlık aşırı artış nedeniyle MB’yi eleştirirlerdi. Bütün dünyanın büyümek için faizleri sıfıra çektiği, bazılarının ise negatif faiz uyguladığı günlerde alınan bu kararın büyümeye yaptığı darbeyi de görmezden gelmezlerdi.
Türkiye, gelinen bu noktada düşük faiz-yüksek kur politikasına geçti. Yapılan iş doğrudur, çünkü başka türlü cari açık kapanmıyor. Bütçe tarafı açık olmadığı için kontrollü bir kur artışı ile ekonomi yeni bir denge noktası bulmaya çalışıyor. Ama FED’in sıkılaştırmaya başlayacağı günlerin yaklaştığı ve bu nedenle Doların bütün dünyada güçlendiği şu günlerde işler pek kolay olmayacak.
Peki, iktidar çevrelerinin bile Amerika’ya, ‘’Bize Kemal Derviş gibilerini göndermeyin’’ dediği bir ortamda CHP ve MHP ne düşünüyor, ne yapıyor derseniz (HDP’yi saymıyorum, onların derdi ekonomi değil otonomi)… Maalesef onlar Derviş’in buradaki uzantılarını istihdam etmekle meşguller. Belli ki iktidara gelebilirlerse seçmene verdikleri sözlerden bir kısmını yerine getirdikten sonra, bütün dünyada iflas eden neo-liberal politikaları yine bize dayatacaklar. Halbuki Türk ekonomisinin acilen paradigma değişikliğine ihtiyacı var:
Tüketim ağırlıklı ekonomiden katma değeri yüksek, teknoloji ağırlıklı üretim ekonomisine geçmemiz gerekiyor. İthalata bağlı, ülkeyi sürekli borçlandırarak kırılganlaştıran, yetişmiş insan gücünü yurtdışına kaçıran eski politikalara ihtiyacımız yok. Dolayısıyla, ekonominin asıl gündemi bunlar olmalı. Yatırım planları, teşvikler, kalifiye istihdam, alternatif enerji kaynakları gibi konular konuşulmalı, tartışılmalı. Zira kalıcı refah ve işsizliğe çözüm sanayileşmeyle, teknolojiyle, inovasyonla oluyor, sadece para politikaları uygulayarak değil. Sonuç olarak, faiz lobisi denince aklımıza bunlar da gelmeli. Çünkü ancak böyle anlayabiliriz kimin aslında ne istediğini ya da istemediğini…