Başbakan Davutoğlu’na, MEB ziyareti sırasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Alevi ailelerin ‘zorunlu din dersi’ ile ilgili Türkiye aleyhinde yaptıkları şikayeti haklı bulması soruldu.
Davutoğlu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin din dersi kararına ilişkin, “Bir kere AİHM kararlarının detaylarını, gerekçelerini detaylı bir şekilde inşallah hep beraber inceleyeceğiz. Biz, AİHM kararları veya benzer kararları önyargılı yaklaşmayız, inceleriz, ihtiyaç nedir bakarız ama şunun da bilinmesi lazım. AİHM kararlarının daha önceki benzer konularda farklı nasıl kararlar verildiği de malum. Avrupa içinde de ne kadar farklı uygulamalar da malum. Bazı ülkelerde bırakınız din kültürü, Türkiye’de din kültürü ve ahlak dersi bütün dinleri anlatacak şekilde veriliyor. Bazı ülkelerde öğrenciler kiliselere götürülüyor. Uygulamalı din dersi hepsine belli okullarda hepsine veriliyor. Şimdi, bütün bu uygulamaları gözardı edip de Türkiye’de bunu bir dini baskı aracı gibi yansıtma çabalarını kabul etmemiz mümkün değil. Din kültürü ve ahlak dersi genel din, ki bu arada Din Kültürü Genel Müdürümüzden detaylı bilgi aldım. Türkiye’nin çevresindeki gelişmelere baktığınızda bu Türkiye için elzemdir. Eğer devlet, bu devlet dini anlamında söylemiyorum din ailede öğrenilir, zamanla gelişir ama doğru ve sağlam dini bilgi eğitim müesseselerimiz aracılığıyla verilmezse çevremizdeki radikalleşme eğilimlerinin kaynağını teşkil eden düzensiz ve sağlıksız dini bilgiyi denetleme imkanı da kalmaz. Din, insanoğlunun varoluşundan beri ateistler tarafından bile kabul edilen bir gerçek olarak toplumda insanını yaşadığı her yerde sosyal vaka olarak da inanç olarak da yaşamıştır” ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Biz bu konuda kendi ihtiyaçlarımıza cevap verecek adımlar atarız. Hiçbir insana dini gerekçelerle baskı uygulanmaz. Nasıl ben Marksist değilsem ama Marksizmi bilmek iktisat, uluslararası ilişkiler okurken de bir zaruretse bir ateistin dahi belli bir vasatta din kültürü sahibi olması yapacağı her sosyal analiz için bir zarurettir. Bunu sadece inananlar din kültürü sahibi olur dolayısıyla din kültürü dersi verdiğinizde insanları inanmaya zorlarsınız demek çok yanlış bir mantık. Türkiye’de, Ortadoğu’da, Balkanlar’da hiçbir sosyal olayı din olgusunun dışında dışarıda tutarak anlamak mümkün değil. Bugünkü gelişmeleri görüyorsunuz. Eğer çevremizdeki ülkelerde sağlam bir temelde doğru bir din kültürü ve müsamahaya dayanan, dinleri karşılıklı anlayışa dayanan şekilde öğretilmiş olsaydı belki de yaşadığımız bazı olaylar yaşanmazdı. Dolayısıyla burada bizim temel meselemiz evrensel kriterlerdir. Bu çerçevede tek bir evrensel kriterin olduğu, her yerde de aynı kriterin uygulandığı ve buna da Türkiye’nin uyması gerektiği gibi bir kanaat yanlıştır. Mesele burada müfredattır, müfredatta da şu ana kadar baktığımızda böyle bir baskı unsuru ben görmedim ama varsa böyle bir şey bunu da tartışılabilir, konuşulabilir. Ayrıca Türkiye’nin ihtiyaçları herhangi bir İskandinav ülkesinden farklı olur, o farklılık içinde eğitim bu farklılıklara cevap verir. İskandinav derken rastgele söyledim, herhangi bir ülke olarak söyledim, ihtiyaçların farklılığı anlamında söyledim. Nihayette bütün bunları bu çerçevede değerlendirmek gerekir.”