Gazetecilerin Rıfkı Babası (3)

(GEÇEN SAYIDAN DEVAM): Rıfkı Baba rahmetli Yıldırım Çavlı’yı uzun boylu, lafını bilmez, patavatsız ve sık sık kendisine takıldığı için sevmezdi. Hatta Yıldırım servise girince “Hah! Deve geldi” derdi.
Yıldırım’da Baba’nın zaaflarını bilir ona göre hareket ederdi.
Rıfkı Baba para canlısıydı. Yıldırım görevle yurt dışına gidip geldiğinde cebinde ne kadar bozuk para varsa Baba’nın önüne döker “Baba bunlardan bende çok var. Al senin olsun” diye verirdi.
Para canlısı Baba bu hareket üzerine “Ben seni severim iyi çocuksun” derdi.
Günlerden bir cumartesi günü Yıldırım Çavlı elinde bir altın lira ile servise geldi. Masasına oturdu ve elindeki altın lirayı Rıfkı Baba’ya göstere göstere şaklatarak oynamaya başladı. Hatta arada bir havaya atıyor ve tutuyordu. Baba’da havaya çıkıp tavana vurduktan sonra düşerken Yıldırım’ın ustalıkla kaptığı altın lirayı izliyordu.
Yıldırım bu hareketleri yaparken bir yandan da “Bana büyük miras kaldı. Göztepe’nin yarısı benim oldu. Bu da kalan altınlardan biri” diyerek masanın üzerinde altın lirayla fırdöndü oynamaya başladı. Birazdan baba yerinden kalkıp geldi. “Evladım oynama. O kıymetli şey. Kaybolur. Sok onu cebine” demeye başladı. Yıldırım onun oltaya takıldığıın görünce “Ne zararı var baba. Bundan ben de çuvalla var. Benim için değeri yok” dedi ve oynamayı sürdürdü. Baba yerine otururken “Devede akıl olsa eşek çekmez…” diye söyleniyordu.
BABA, ALTIN LİRANIN PEŞİNDE
Yıldırım altın lira ile oynarken bir ara elinden kaçırdı. Yere düşen altın lira yuvarlanarak masaların arasında kaybolup bir köşeye gitti.Rıfkı baba oturduğu yerden “Ben sana dedemiş miydim.bak kayboldu işte” dedi. Yıldırım istifini bozmadan “Kaybolursa kaybolsun. Bende ondan çok var. Bulanın olsun. Gidip bir çay içeyim” oiyerek servisten çıktı.Rıfkı Baba onun altın lirayı aramadan gitmesine şaşırmıştı. Yıldırım servisten çıkınca hemen masaların altına girerek altın lirayı aramaya başladı. Heyecan içinde arıyor fakat bulamıyordu. Telaş içinde yerine otururken “Devenin yaptığına bakın canım altını kaybetti. Kimbilir hangi deliğe girdi. Bu adam uslanmaz” diye söyleniyordu.Ama aklı hala bulamadığı altın liradaydı. Aslında Yıldırım arkadaşlardan biriyle bu oyunu hazırlamıştı. Altın lirayı düşürdüğü zaman birisi onu yerden alacak ve babaya kayboldu zannettireceklerdi.İşte o gün Rıfkı Baba bu oyunu yuttu ve akşama kadar altın lirayı aradı.Akşam üzeri Yıldırım arkadaşından aldığı altın lirayla masaya oturup yeniden oynamaya başladığında hemen atılıp “Buldun mu?” diye sordu.Yıldırım pişkinlikle “Yok canım ofis boyu gönderip yenisini aldırdım” diyerek Baba’yı çileden çıkarmaya devam etti.O gün Baba gazeteden çıkarken “Bu devede hiç akıl yok. Zaten boyu uzun olanlar da hayır yoktur. Adam deli” diyordu.
RIFKI BABA VE SERACO
Rıfkı Baba’nın gece nöbetleri çok ünlüydü. Onunla nöbete kalan muhabirleri sabaha kadar uyutmaz, iş üstüne iş yaratırdı.O dönemde en büyük rakibi Milliyet gazetesinde gece muhabiri “Seraco” diye çağrılan Seracettin Zıddıoğlu’ydu. Polis telsizinden bir adamın karısın öldürdüğü yolunda ihbar geldi. Hemen bir muhabirle olay yerine giden Rıfkı baba Seracettin’in daha önce geldiğini görünce suratını astı. Ancak Seracettin’in henüz ölen kadının resmini alamadığını öğrenince memnun oldu. Hemen polislere yanaşıp “Kuzum canım, evladım biz kendimiz için istemiyoruz. Kamu oyu için istiyoruz…”diyerek görevli polislerden ölen kadının kimliğini istedi. Seracettin’de ona yardım ediyordu. Rıfkı Baba’nın bağlamaları ünlüydü. Karşısındakini ikna etmek için lafı evirir çevirir dolaştırır, konudan konuya atlar, bir açık noktasını yakalamaya çalışırdı. Yaklaşık yarım saat süren bir uğraşı sonucu polisleri ikna etti. Foto muhabiri kadının kimliği üzerinden resmini çekince görevinin bir bölümünü tamamlamanın rahatlığı içindeki Rıfkı Baba Seracettin’e dönüp “Biliyorsun ben avukatım. Hukukçuyum. Şimdi olayın hukuki durumuna bakalım neymiş…” diye Savcı rölü oynamaya başlayınca Seracettin gülmekten kırıldı.
BABA’NIN HÜRRİYET’TEN KOVULMASI
İşte Rıfkı Baba böyle hassas bir insandı.
Bir gün babayı Hürriyet gazetesinden kovdular…
O gün gazetenin istihbarat servisine bomba düşmüş gibi oldu. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı. Şimdi Baba’sız ne olacaktı. “İyi oldu gitti” diyenlerde oldu. Ama büyük çoğunluk onun gazetesiz olmayacağını biliyorlardı.
Ekşi ekşi kokan terine… Kir pas içindeki gömleğine…Buruşuk pantalonuna… Masasının üzerinde cilt cilt defterlerine… Masanın altında duran torbalar dolusu gazetelere… İnsanlarla tokalaşırken arada bir çıkan ve yerine taktığı koluna… Telsizden enemli bir anons geçince “runu! Durun!”diye bağırmasına çok alışmışlardı.
Artık Baba evine kapanmış, dünyaya küsmüştü…Kedileriyle başbaşaydı…
Arayanlara “Ağabeyimin yanındayım” diyordu. Ama aklı onca yıldır çalıştığı gazetedeydi. Yıkılmıştı.
BABA’YA ODA HAZIRLADIK
O sırada Hürriyet’in yan kuruluşu olan Gazete gazetesinde çalışıyordum. Rıfkı Baba gibi birine ihtiyacım vardı. Onu yanıma almaya karar verdim. Özel bir telsiz odası hazırladım. Direkt ve dahili telefonları bağlayıp masa koydurdum.
Ve Rıfkı Baba’yı çağırdım. Önce gelmek istemedi. Sonra “senin hatırın büyük” diyerek gelip çalışacağı yeri gördü ve ağladı.
“Evlat” diyerek bana sarıldı. Ağlaştık.
Birileri Hürriyet’ten kovulan birini Hürriyet’in diğer bir kuruluşunda işe aldığım için beni gammazlamışlardı.
Genel Müdür Özcan Ertuna beni çağırıp hesap sordu. “Bana çok lazım. Onun kadar iyi telsiz dinleyecek elemanım yok” dedim. “Pekala sen bilirsin” diyerek Rıfkı Baba’nın çalışmasına izin verdi.
O günden sonra kovulduğu Hürriyet gazetesinin personeli Rıfkı Baba’yı ziyaret ettiler. Çiçekler gönderdiler. İşe başladığı için sevinçlerini gösterdiler. Özellikle yeni odasını kutladılar. (DEVAM EDECEK)