Datça’yı saymazsan, Bodrum’un denizi eşsiz. Koylardaki denizin pırıltısını, türküvazdan, laciverte, cam göbeğinden yeşile.
Datça feribotuyla Bodrum’a, 24 Ağustos 2014 Pazar günü 19.15’den indim. Bodrum Yat Limanı Bircan Otele yerleştim. Giyinip yola çıktığımda sanki Bodrum, güzel kızların giysi ile güzellik gösterisinde yarıştığı bir ortama dönüşmüştü, rengarenk. Beyaz renk baskın, etekler mini mini, topukların Rus kızlarının öğrettiği gibi iyice yüksek. Çivi üzerinde yürür gibi nasıl bu topuklular üzeride yürürle şaşarım. Yerli ile yabancıları birbirinden ayırt etmek güç. Balıkevleri, kebapcılar, pideciler, dönerciler iğne atsan yere düşmeyecek. Oysa Bodrum’da fiyatlar uzaya uçmuş. Bodrum urbayı (belediye başkanı) CHP’li Kocadon oldukça başarılı. Çünki kentte bir düzen var. Kıyı yolu araç gidişine tek yanlı, araç gürültüsü ya da korne çalmak yok. Kaldırım yükseklikleri oldukça alçak. Yolcu indirme, bindirme ceplerine başka araçlar bırakılmamış. Yolun her iki yanı yaz kış yaprağını dökmeyen ağaçlarla bezeli. Onların altları ise seramiklerle çok ünersel (sanatsal) süslenmiş. Palmiye ağaçları kente ayrı bir görüntü veriyor. Ağaçlar altında uzun oturaklar yeterli. Yorgun düşenler dinleniyor. Çevrede midye dolmacılar, tanesi 1,5-2, haşlanmış mısır 4 TL. Yollarda çöp yok. Yol kıyısı ile içlerde beyaz badanasız ev yok. Ara yollar bile yamalı değil, karabağlayıcı (asfalt) değil beton ya da döşeme taş. Konukevlerinin (pansiyon) ya da kalıncakların (hotel) yerlerini gösteren belirteçler var. Arkas yat Limanı eşsiz bir düzenlemeyle yerli/yabancı yatlara yumuş(hizmet) veriyor. Kaygıyla yat Limanındaki D&R’a baktım, “Soma Kıyımı” betiğimi (kitabımı) satıyorlar. Konukevleri (pansiyonlar), evceler (apartlar) 100-250 TL/ oda, kalıncaklar (oteller) 70 – 500 TL/ kişi arası. Her iş senin cebindeki paranın onun cebine nasıl aktarılacağı üzerine gelişmiş. Herşey para için, ancak verdiğiniz paranın eksiksiz karşılığını göremiyorsunuz. Kentin süsü buraya gelen yerli yabancı gezginler. Buraya taşkın eğlenmek, yaz aşkı yaşamak ,pırıl pırıl denizde yüzmek, büklerin o dilberim sularıyla buluşmak için geliyorlar. Gezginleri çeksen, kızgın güneşin altında kuru bir yaşam olur. Her yer kişioğluyla güzel ya da çirkin. Yollar kişi kaynıyor. Birbirini sıkanlar yok. Bodrum’a uzun süredir gelmediğimden, her olguyu değişmiş buldum. Benim severek Türk sulu yemeklerini yediğim Bodrum’un en eski geleneksel Türk aşevi olan “Sakallı-Ali Doksan” lokantası eski yerinden Bodrum Deniz Müzesi önüne taşınmış. Eski lezzet damak tadı olanları orada buluşturuyor. Ancak çılgın düttürüler (züppe) için orası, ayrıca geleneksel Türk yemekleri yemek “alt” sayıldığından onlar kazıklanmak, benliklerinden uzaklaşmak üzere, adı yabancı olan “restorandalar”. Yalnızca, “Ah canım, dün akşam Portofino’daki lahosun tadını anlatamam” diyerek arkadaşlarına caka atmak için. İncelikle soyulmak isterseniz Yat Limanındaki görkemli yerlere gidiniz, sizi acıtmadan yüzsünler. Yat limanındaki zıpzıp ezgilerin ışıklarla oynaştırılması gel bana diyor. Bodrum özet olarak “Türkiye+10” demek. Burası aradık düşünürlerin, yazarların değil, “yüzenler ile yüzdürenlerin kenti”. Datça’yı saymazsan, Bodrum’un denizi eşsiz. Koylardaki denizin pırıltısını, türküvazdan, laciverte, cam göbeğinden yeşile. Bu renk çübüşünün dönüşüne baktıkça, 1913 ile 1947’de siyasetçilerin öngörüsüzlüğüyle yitirdiğimiz “Ege Adaları” kim bilir, ne oranda daha güzeldir diye düşünüp üzülüyorum. Yunanda kalan ada büklerinin sayısı belki Türk büklerinden en az 5 bin kat daha çok. Ege’de Lozan’dan kalma adacıkların bile peşine düşünemedik, “Müslüman Cumhurbaşkanı” seçeceğiz diye. Buradaki bükler, kayalıklar, koylar, çoktan bizim Yeni Türkiye’nin yeni Müslümanlarınca ele geçirilmiş. “Onlar denize girer mi demeyin? Giriyorlar, hem de hiç soyunmadan. Belki utanmazca, oralarına buralarına bakarsın diye senden, benden korkarak. Oysa, eşey (seks) usda (akılda) başlar. Beyni boş olan bir kişinin bedenine bakmak, gölet çamurunda debelenen sığırı izlemekle özdeştir. Ötesi, sayın Muhammed’in şunu dediği söylenir; “Allahım mezar komşumu akıllı bir insan ihsan eyle, yarabbim” Bu söz de saçmalığın daniskası. Sanki öldükten sonra o kişi gömütünde yaşamayı sürdürüyor gibi. Ah biz Türkleri ne boş Arap gelenekleriyle, sözleriyle oyalıyorlar. Günübirlik Gezi tekneleri. Bu eylem ilk kez on yıllar önce Bodrum’da başladı. Benim de Bodrum’da en çok sevdiğim eğlence budur. Güzel olan, artık tekneciler bir birlik oluşturmuş, her biri ayrı ayrı değil bir yerden Girit (bilet)satıyorlar. Kısa gezi 35, uzun gezi 40 TL, yemek (tavuk, makarna, salata) içinde. Size Orak Adasına giden uzun geziyi öneririm. Orak Adasındaki deniz, kum gibisi hiçbir yerde yok. 09.45’de kalkan tekne, sırasıyla; Kızılburun, Orakadası, Pabuç Koyu, Tavşan Burnu’na uğrayıp 18.00’da Bodrum’a geri dönüyor. Tekneler eskisi gibi sıkış tepiş, dangur dungur sözde müzikli değil. 60 kişilik tekne 32-35 kişiyle kalkıyor. Tekneler içerde kazıklamak için içecek almıyorlar. Çay 4, bira 10, kola 7 TL. Büklerde ki deniz açık türkuvazdan, Ege lacivertine dek değişiyor. Göznü aç, denizin dibini gör, o ölçüde arınık. Her bükte kalma süresi 30 daika ile 2 saat arasında değişiyor. Orak adasının o bembeyaz saydam kumları ile denizinin güzelliğini anlatamam. Su sıcaklığı ise serince ılık. Ah bir de tekneden sık sık çivileme atlayan gençler olmasa. 70’li yıllarda gezi teknelerinin götürdüğü yerler, Türkiye’nin kurnazlarınca ele geçirilip kendi çıkarları için yapılaşmaya açıldığından, günü Müzdeki geziler henüz ele geçirilmeyen koylarla sınırlandırılmış. Belki gelecek on yılda, günübirlikçilerin götüreceği yer bile kalmayabilir. Ha, Bodrum’daki gece hayatı üzerine, Halikarnas Disko, Yüzen Disko, çılgın yaşam üzerine yazamayacağım. Çünkü ben bir horozum, saat 22.00 sularında yatıp, gün ışımadan öterek kalkarım. Bodrumdan esenlikler.