Soma, Türkçe sözlük anlamıyla, Kazak Türkçesi ağzında; para, pul, akça, kocaman, büyük, gövde demektir (Ercan, 2011). Gerçekten de, Soma önüne açılan güneye doğru az eğimli kocaman bir düzlükte, altında da çok akça kazandıran kömür yatakları. Bu kocaman düzlük özünde çok büyük bir yerçanağıdır. Yer yer yanardağ külleriyle kaplı, verimli yazıların (tarla) olduğu bu alanın altı, akça (para) kazandıran, ısınma, kıvıl (elektrik) üretiminde kullanılan bir güre (enerji) kaynağı olan kömürdür. Tam tamına adıyla uyumlu bir Ege, Batı Anadolu kenti. O göynük kömürü ki (lignite-linyit), ısıl değeriyle Türkiye’nin en nitelikli kömürüdür (2700-3500 kCal). Yıllardır Soma’lılar geçimlerini üzerinde tarım yapılan bu alandan kazanırken, TKİ’nin (Türkiye Kömür İşletmelerini) 16 km2’lik alanda göynük kömürü bulmasıyla birden yazgıları değişmiş, düşen tarımsal ürünler sonucu, köylü, kentliye kömür çıkarma işçiliğiyle gelir edinme yolu açılmıştır. Hemen her evgileden (aileden) bir birey bir çok kömür yatağında çalımaya başlamıştı. Yüzde 65’i en az aylık olan 858 TL’ye. Ancak bilmiyorlardı ki, yıllar sonra başlarına Türkiye’nin en büyük kömür üretim kazasıyla, toplu ölüm geleceğini! Evgillerin başlarına ateş düşeceği, birçok yuvanın söneceğini, kadınların dul, çocukların yetim kalacağını bilmiyorlardı. O dipsiz, karanlıklara bürünmüş yeraltı onların umutları, onların yaşamı, yaşantısı olmuştu. Yer altı onlarsız, onlar yeraltısız yapamıyorlardı. Ne yukarıdaki yazın sıcağını, ne de kışın dondurucu günlerini bilmezlerdi yeraltına girdiklerinde. Onların gördükleri, yeraltında kara, yüzeyde beyaz idi. O nedenle çoğu gençler siyah-beyaz Beşiktaş’lıydı. Yeraltına inmeden yukarıda, soyunup iş tulumlarını, iş çizmelerini giyerler yemeklerini yerler, ayakyolunda son kez dışkılarını bırakırlar, sonra ellerini yüzlerini yıkayıp, yanlarına eşlerinin düzenlendiği azık çıkınını, su şişesini alırlar, koca adımlarla yürürler; doğruca ocak ağzına. Ocak ağzında, “Önce İş Güvenliği”, “Bismillahirrahmanirrahim”, “Allah korusun” yazıları altından geçerler. İçlerinden bildikleri yakarmaları (dua), anlamlarını bilmeden Arapça olarak okurlar. Onlar ocak ağzında, dönüşlerini bekleyen eşleri, anneleri, çocukları da evde Tanrıya yakarırlar, hergün. “Ne olur Allahım sen onu bize bağışla. Oğlum sağ salim evine dönsün” Bıkmadan usanmadan hergün, hergün yinelenirdi bu Tanrı’dan yardım isteme. Onlar ocağa doğru karalı olarak gülüşerek, şakalaşarak, birbirlerine takılarak yürürler. Gözerlerini (kartlarını) bırakıp ışıklı başlıklarını, solumalıklarını, ağızlıklarını alırlar, birbirleriyle uğurlaşırlar, inerçıkara (asansör) topluca binip doğruca yerin altına inerler. Herkesin gideceği baca, oyuntu, maden çavuşlarınca bellidir. Her oyuntuda yaklaşık 60 kişi çalışırlar. 8 ile 30 metre kalınlığında, güneye doğru dalan damarlar üç derinliktedir; 30, 150, 400 metreye indiklerinde, onları ya bir yatay yürüyen kayışı bekler, onun üzerine oturur öylece arına (kömür kazacakları yere-panoya), kayış olmayan yerlerde yüzlerce metre ya da birkaç kilometre oyuntular içinde yürüyerek kazı arınına ulaşırlar. Oyuntular her yerde bir yükseklikte olmadığından kimi yerlerden eğilerek, kimi yerlerden ise bükülerek geçerler. Sürünerek geçtikleri yerler bile olur. Sonunda kazacakları arına varırlar. Birbirlerine, “Kolay gelsin” Diyerek işe koyulurlar. Kimi kazmayı, küreği alır, kimisi de patlatkıyı (dinamiti) patlatmak için delikler açar. Yoğun bir çalışma göz gözü görmez. Her yer kömür tozu. Giysileri, elleri yüzleri, soludukları ciğerleri kapkara kesilir; dişleri ile gözleri beyaz. “Herkes sinsin. Patlatma yapılacak” “Gümmmm” Ortalık toz duman. Böylece çözülerek yıkılan karakömür, demiryolu üzerinde yürüyen kovalara, ya da kayışlara çala kürek dolduruluk, çıkış kapısına doğru yollanır. Alınlarından boşalan ter, yanağındaki siyah kömür tozunda ince bir yol bırakarak çenesinden akar, şıp şıp. Çilim (sigara) içmek yasak. Sıkıştıysan, köşeye kıvrıl oracıkta giderir sıkıntını, yanında bir plastik su şişesi. Sürenin nasıl geçtiği belli olmaz. Ancak onun ereği günde 1 tondan çok kömür çıkarıp, çelenç (prim) almaktır. Çok üretmezse nasıl ödenirdi, yeni buzdolabının, evlenme giderlerinin borçları? Okula giden çocuklarına nasıl akça yetiştirirdi. O çok çalışmalı, çok üretmeli, gerekirse, döney sonrasın da çalışmayı uzatarak biraz daha gelirini arttırmalıydı. Bir süredir, futbol karşılaşmalarının radyodan dinliyorlardı. Tüm iletişim oyuntular içine yerleştirilen sesyararlarla duyururlardı. Ancak işveren iş verimini düşürüyor diye tüm sesyayarları söktürmüş, ne radyo, ne de iletişim kalmamıştı. Allah korusun bir kaza olursa, ivedi durumla kaçılacak yönlendirilmelerinin kim uyaracaktı onlara? Artık, işveren onların yüzeyde olan bitenlerle tüm bağını kesmişti. Cep telefonları çekmiyordu. Biricik avuntuları tuttukları takımın durumuydu. Sürekli aralarında onları konuşurlardı. Takımlarındaki ayaktopçular bir yılda 5-10 milyon TL alırken, onlar 18-20 bin liraya çalışırlardı. Ancak onunla pek ilgilenmezler, neden, nasıl demezlerdi. “Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin” diye bağırır, her yengide coşarlardı. Sanki kendilerini bir batur (kahraman) sanırlardı. Döneyin yarısında acıkdıklarında, ortaya bir örtü yayarlar, eşlerinin verdikleri azıkları çıkarırlar, onları ortaklaşa atıştırarak karınlarını doyurur, sularını içer yeniden işe koyulurlardı. Her gün birbirinin tıpkısıydı. Hergün, her yedilde (haftada). Artık, güneşi bile görmeden, yemeden içmeden yeraltından, bir o yana, bir bu yana köstebek gibi oyarak kömür kazıyorlar, döneyleri (vardiyaları) bitip de yeryüzüne çıktıklarında ışıldayan güneş altında gözleri kırpışıyor, sanki geçici görmez gibi oluyorlardı. Elleri, yüzleri bulaşan kömür tozlarıyla kapkara olur, çilimden (sigaradan) sararan dişleri bile ap ak görünürdü. Döney bitiminde, inerçıkara binip gün ışığına çıktıklarında, başlıklarını, ışıldaklarını, solukluklarını bırakıp gözerlerini geri alırlardı. Gözer kutusunda o kişinin gözeri yoksa o sağ çıkmıştır diye sayılırdı. Yarasız beresiz yukarya çıktıklarına yaradana sığınır “sağol” derlerdi, “Şükürler olsun Allahım sana” Birbirlerine sevinçle “geçmiş olsun” dileklerini sunarlardı. Artık bundan böyle onlara bir ev, bir eş, bir çocuk, bir ana bana özlemi sarardı. Doğruca yıkanmaya. Kömür tozundan arınıp, eşlerinin tertemiz yıkadığı giysileri giyer, yorgun argın evlerinin yolunu tutarlardı. (DEVAM EDECEK)