T. OLCAYTO: Yurttaşın Halleri

Zor uğraşlardan biridir gazetecilik. Üstelik Türkiye gibi demokrasi yolunda 1950’lerden günümüze dek bir adım ileri, iki adım geri giden bir ülkede yaşıyorsanız zorluk da katlanır elbet.
Rejimin yönü demokrasiyi gösterse de aracının dingili kırıksa elden ne gelir. Bir bakarsınız darbeci askerler, bir bakarsınız sivil vesayetin hevesli politikacıları dingili onarmaktansa ‘ağır ol molla desinler’ tarzında takılır, milliyetçilikle dinciliği harman ettikleri bir sistemle ülke yönetmeye sıvanırlar. Halkların sorunlarının, geçim dertlerinin, özgürlük istemlerinin pek de kıymeti harbiyesi yoktur. Yasalar bireyi değil iktidarları ve devleti korusun diye çıkarılır. Sansür de kamuoyundan gerçekleri saklamak için vardır. Oto sansür ise cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte gazetecilerin, yazarların, sinema ve tiyatro sanatçılarının, heykeltıraşların, kendisini aydın belleyenlerin ayrılmaz parçası olagelmiştir. Bir yazacak beş düşüneceksiniz. Düşünceyi ifade etmenin de bir yolu var. Onu da devlet düzenliyor. Siz rahatınıza bakın. Yok, ille de ben konuşurum, düşüncemi açıklamak anayasal hakkım falan diyeceksen devlet onun da çaresini bulmuş. Tonlarca para harcayıp koca koca cezaevleri inşa ettirmiş. Siz söz dinlemezleri, gazetecileri, askerleri, yazarları, solcuları, Kürtleri orada misafir etmiş. Yan gelip yatarlar. Artık uzun tutukluluktan mı yoksa müebbetten mi orası özel yetkililere kalmış. Biliyorsunuz devlet yapımız çok katmanlıdır. Yalın olarak devlet kavramı var. Günümüzde devlet ve iktidar kavramları da iç içe. Sonra sırayla sır saklayan devlet, derin devlet, ılımlı derin devlet ve paralel devlet geliyor. Önümüzdeki günlerde devlete yeni sıfatlar da eklenebilir. Sakın şaşırmayın! Aslında devletle iç içe geçmiş iktidarlar yurttaşın huzuru için çalışırlar. Yurttaş konulan yasaklar sayesinde içki ve sigara içmez. Hem sağlığını kazanır hem kesesine bereket gelir. Yanlış işlere bulaşmasın diye yurttaşın telefonlarını dinler devlet. Hangisi diye sormayın. Orası biraz karışık. Gösteri ve protesto anayasal hakkıdır yurttaşın. İyi de dış mihraklara “Di gel buyur” mu diyecek devlet? Önlemini alacak elbet. Yasaklayacak. Karşı gelenleri de genci yaşlısı, kadını çocuğu ile biber gazı ve tazyikli suyla terbiye edecek. Yetmedi polis plastik mermi sıkacak çapulculara. Polisin paralelden olanı mı? Yoksa iktidara biat edeni mi bilemem. Sizlere yaranmak da güç hani. Çok şey istiyorsunuz, yok hukukun üstünlüğü imiş, yok insan hakları imiş, birey özgürlüğü, basın özgürlüğü imiş…

Geçin efendim biraz da devletin güvenliğini, devletin bekasını düşünün. Yürütme, yasama yargı erkleri tek elde toplanmış, yeni baskıcı kurumlar ihdas ediliyor diye yayın yapıyor münafık basın. Şimdi bu mu basın özgürlüğü. Bakın yanınıza, yörenize rengarenk ne çok gazete var. Televizyonlar haberleri tıpkıbasım gibi olsa da, en azından dizileri ile muhteşem. Bunlar basın özgürlüğü değil mi? Oralarda çalışanlar ecir mi? Esir mi? Ne özgürlüğü isteniyor daha. Hem Başbakan açıkça ima ediyor; gazetecinin hası iktidarın icraatlarını yazan, çizen, ekrana getirendir. O gazetecilere kapım, uçağım her zaman açık. Ee ama gazeteci kardeşim sen misal tutturmuşsun evrensel meslek ilkelerine göre gazetecilik yaparım eleştiri hakkımı kullarım iktidarın yanlışlarını anlatır muhalefet ederim. Ya kardeş bu yoldan dön hemen. Uyanık meslektaşlarının nasıl çark ettiğini bir düşün. Aksi halde inadında devam edersen işsiz kalırsın, fişlenirsin. Devletler karıştığı için hangisi fişler bilemem ama fişlenirsin. Meslektaşların bir kısmı düşmanın olur. Sosyal medyada hedefe koyarlar seni, bunları hiç düşünmüyor musun ya. Ha anladım! Sen inadına gazetecilik diyenlerdensin. Benden günah gitti. Yolun açık olsun.

NEZİH AĞABEY’İN ARDINDAN…

Usta bir gazeteci, TGC’ye kurumsallaşma yolunda önemli katkılar vermiş önceki başkanlarımızdan da biriydi Nezih Demirkent. 13 yıl olmuş aramızdan ayrılalı. Bu sabah (dün) mezarının başındaki anma töreninde ona ne söyleyebilirim diye düşünüyordum. TGC’nin bugünlere ulaşmasında büyük emeği, katkısı olan Başkanlardan biriydi. İlk görüşte kolay ısınamayacağınız ama yakından tanıdıkça da ustalığına, örgütçülüğüne, mesleğe verdiği değere ve işsiz meslektaşlarına kapılarını açan gönül yüceliğine hayran olacağınız bir kişiliği vardı. Hürriyet gibi bir gazetenin en parlak dönemlerinde yöneticiydi. Büyük emekle ekonomi gazetesi Dünya’yı kurdu. Hiçbir zaman bildiğimiz patronlardan olmadı. Gazeteci kaldı hep, çalışanlarla dostluğu sürekli oldu. Başı sıkışan, akıl sormak isteyen ne çok gazeteciye ışık tuttu Nezih Ağabey. Meslektaşlarından darda kalanlara maddi yardım sağlar ve bunu gizlerdi. Nerden mi biliyorum? O yıllarda Cemiyetin genel sekreteriydim. Tanıklıklarım var. Anadolu basını Nezih Demirkent’in üzerine önemle eğildiği sorunlarından biriydi. Yerel basın seminerlerimize katılır yerel gazetecilerin sorunlarına özel ilgi gösterirdi. Onun Dünya gazetesinde kaleme aldığı salı yazılarını özlüyorum. Bugünlerin medyasını görseydi neler yazardı diye geçirdim aklımdan. Bu dibe vurmuş medyayı görüp noktayı koyar mıydı? Yoksa her zamanki babacan haliyle bizlere umut dağıtıp mücadeleye mi çağırırdı. Kanımca tanıdığım Nezih Ağabey ikincisini yapardı.
Beklemediğimiz bir ölümdü, erken ayrıldı aramızdan Nezih Demirkent. Meslektaşlarımız için, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti için yerel basındaki yol arkadaşları için… Tasarladığımız birçok projeyi hayata geçirebilme fırsatımız olmadı.
Ölüm yıl dönümünde şöyle seslenmeye çalışacağım Nezih Demirkent’e “Şuna güvenebilirsin Nezih Ağabey. TGC meslek ilkelerine, bağımsız bağlantısız gazeteciliğe olan inancını hiç yitirmedi. Günümüzde yaşanan ağır baskılara direnmeyi sürdüreceğiz. Basın emekçilerinin haklarını korumaktan geri durmayacağız. Yaygını ile yereli ile tüm basın emekçilerini kucaklamaya devam edeceğiz. Işıklar içinde uyu Sevgili Başkan.”