Her hafta aynı şeyi yaşarım… Maç biter, hakemin son düdüğü ile birlikte takım soyunma odasının yolunu tutarken, sosyal medyada aktif olmaya çalıştığım Facebook ve Twitter’a, Birkaç saniye sonra aynı mesajı yazarım :
Sevemez Kimse Seni
Benim Sevdiğim kadar
Beşiktaşk Sen Olmasan
Yaşamak Neye Yarar?
Başına da bir not eklerim.. Günün anlam ve önemini vurgulayacak bir not..
Kimi zaman bir sitem içerir takımımıza, kimi zaman bir övgü, kimi zaman tevekkül, kimi zaman isyan veya yüceltme..
Ama her defasında, sosyal medyadaki takipçilerimden (bence haklı) takdir alırım. Armayı ve bu armaya olan aşkı her ne pahasına olursa olsun sahiplenmek ve en tepede tutmak.
Ve Beşiktaş semtinin tam göbeğinde doğmuş büyümüş biri olarak bu tavrı, bu anlayışı, herkesten özellikle de o formayı giyen ve bu yüce camianın yönetimini üstlenen herkesten de bunu beklemek hakkımız diye düşünüyorum,
Evet, sporun her dalında giderek daha da kökleşmeye başlanan “profesyonellik” bu duyguları (aslında olmaması gerektiği biçimde) biraz olsun köreltse de, ben formaya/armaya aşkın yerini hiç bir düzeyde profesyonelliğin almaması , hatta alamaması gerektiğine inanırım.
Çünkü bizim Beşiktaş olarak önemli bir farklılığımız var.
Oyuncularımızın bir kısmı yabancı kökenli olabilir.. Hatta Türk kimlikli oyuncularımız bile bu ülke için bu topraklar için Beşiktaş’ın ve Beşiktaşk’ın ne anlam ifade ettiğini bilmeyebilir.
Ancak, bunun bir mazeret olmadığına, bu değerleri bilen özümseyen ve yaşatan herkesin o çocuklara her branşta nereden gelirlerse gelsinler bunu kavratmak için çaba göstermeleri gerektiği ortada.
Başta kulüp yöneticileri olmak üzere, kendisine Beşiktaşlıyım diyen herkesin Beşiktaş forması giyen tüm sporculara, Siyah ve Beyaz’ın ve ortasında Ay Yıldız’ın bulunduğu amblemin neyi temsil ettiğini, bir şekilde öğretmesi gerek.
Bunu yapmanın bin türlü yolu var..
Tek yol, maç öncesi ya da galibiyetlerden sonra yapılan hamasi konuşmalar değil,
Beşiktaş formasını terletmeye aday olan ve bunun için de kimi zaman (futbol şubesinde özellikle) okkalı paralar alan sporcu kardeşlerimiz, “Beşiktaşlılık Farkı”nı öğrenmeli..
Bu kulübün geçmişini, geleneklerini, değerlerini, o “duruş”u bilmeliler..
Bilmeliler ki, sahaya, çimlere, parkeye her alanda mücadele ettikleri zemine de bunu yansıtmalılar.
Kulübümüzün değerli yöneticileri de, sadece onların özlük haklarını paralarını ve kişisel mutluluklarını değil, takım olarak “ruhdaşlık”larını da en önemli görevleri olarak sürekli hatırlamalılar.
Bunu yaparsak, 1903’ten beri devam eden ve tek tük istenmeyen hadiselerin haricinde bugüne kadar asla üzerine gölge düşmemiş olan bu yüce değerler manzumesini hep sıcak hep canlı ve hep örnek tutmayı becerebiliriz.
Bazen sportif müsabakalarda bunun tam zıddına, yani armaya yakışmayan hadiselere ve davranışlara tanık oluyoruz. Ve tabii kahroluyoruz.
Elbette ki sporda başarmak, daha yukarı, daha yükseğe çıkmak, daha ileri gitmek ve daha hızlı olmak önemlidir.
Ama işin içine Beşiktaş adı markası, arması girince, bunların da önünde, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün o ünlü şiarını en tepeye yazmak gerekiyor :
Sporcunun “Zeki, Çevik ve Ahlaklı” olması gereği..
Dikkat buyrun.. “En başarılısı, en çok kazananı, en çok kupa alanı ve en çok puan toplayanı” demiyor..
Ve “ahlaklı”sına özel vurgu yapıyor Atamız..
Kısaca: Kulübün en tepesindeki isimden, sahadaki salondaki malzemeciye, tesis bekçisine kadar, “O arma”nın ne anlama geldiğini ve “ayrıcalığını – farklılığını” anlar ve anlatırsak, öğrenir ve öğretebilirsek, zaten 110 yşıllık mirasa gereken saygıyı göstermiş oluruz.
Arada kazanırız kaybederiz, şampiyon oluruz, küme düşeriz, yine çıkarız.. Hiç önemli değil.
Şeref Bey’lere, Baba Hakkı’lara, bu camianın temel taşlarına, harcındaki kum çakıl, kireci, demiri, çimentoyu oluşturan nice efsanelere ancak böyle layık olabiliriz.