Bayramlar toplumların kutsal günlerinden sayılır. Küslerin barıştığı, sevginin, barışın , paylaşmanın, hoşgörünün temellendiği gelenekselleşen günlerdir. Ne var ki sistemin insanı sarıp sarmalayan sorunları, bayram sevincini kedere, neşeyi onulmaz acılara dönüştürebiliyor.
Siz bakmayan siyaset erbabının sözlerine. Bireyler artık bayramlarda bile tasada ve kıvançta ortak değil. Yıllardır bu topraklara serpiştirilen ayrımcılık tohumları giderek boy veriyor. İnsana özgü yaşama sevincine, özgür olma, özgür düşünme yetisine, inancı da inançsızlığı da sorgulama isteğine, adalet arayışlarına, devlet gücü kullanılarak ket vurulduğu bir döneme geldik. Aslına bakarsanız çağ hızla değişiyor. Küreselleşen çağa ayak uyduran insanlar da elbette…Değişime bizim toplumumuzun da uzak kalacağını düşünmek safdillik olurdu. Ne kadar ayak dirense de kimi geleneklerin yerini kapitalizmin yenilenen kuralları alıyor. Bayramlar yasak savarcasına geçiştiriliyor. Başta İstanbul büyük kentlerin hemen tümü arife öncesi boşaldı. Gazetelerde, ekranlarda bayram kaçkını yurttaşların trafik izdihamını görüyorsunuz. Betona kesen kentlerden kıyılara akın var. Bulabilirlerse ağaca ve yeşile de…İç turizm canlandı diye sevinebilirsiniz. Aile geleneklerimiz bozuluyor diye kızar, öfkelenebilirsiniz de. Gerçek olansa değişim. İşte ona karşı konulamıyor. Değişime karşı durmak olanaksız. Bencileyin eski bayramlara aşina olanlar. Şöyle bir yoklayınız belleğinizi. Aile içinde toplu bayram yemekleri, ki hazırlığı bir hafta önceden başlardı, kaç evde var şimdi? Ya aile büyüklerini ziyaretler, el öpmeler. Bunu gerçekleştirebilmek uğruna şehri bir uçtan öbür uca dolaşmalar, bayram armağanı işli mendiller, şekerleme, baklava götürmeler. Sahi günümüzde el öpmeye evinize gelen çocukları şeker, mendil sevindirir mi dersiniz? Sanmıyorum. Kendi çocuklarınız ya da yakın akraba çocukları sizden bayram armağanı olarak en azından fotoğraf da çekebilen yeni model bir cep telefonu beklerler gibi geliyor bana. Bayram el öpmesi için çocuklarınızı İnternet’in başından kaldırmak da ayrı bir sorun. Eskiden özene bezene hazırlanan el yazınızla ıslak imzanızla! gönderdiğiniz tebrik faslı
çoktan tarih oldu artık. Telefon mesajı, İnternet maili yetiyor. İçinde yaşadığımız hızlı tüketim toplumunda bayramlık giysi telaşı da kalktı. Nasıl olsa parası olana her gün bayram.
Bayram günlerinde yazı derdiniz varsa nostalji yapmaktan başka çare bulamazsınız. Kolaya kaçar “Nerede o eski bayramlar! “ tadında başlarsınız çalakalem eski bayramları ballandırarak anlatmaya. Semt alanlarında kurulan bayram yerlerini, salıncakları, seyyar satıcıların tezgahlarındaki renkliliği, cebinizde şıkırdayan harcamaya bir türlü karar veremediğiniz çil çil bayram harçlığınızı okurun gözünde canlandırmaya çalışırsınız. Oysa ne denli uğraşsanız şimdiki çocuklara, gençlere pek bir şey anlatmaz bu anılar. Beton bloklarla donanmış sitelerde büyüyenler bir anda sorabilirler size: “Nasıl yani her mahallede küçük de olsa insanların soluklanacağı bir alan mı vardı?” diyebilirler. At arabalarında bayram gezintisinin çocuklar için bir keyif olduğunu, kayık salıncaklarla çevrili lunaparkları, şeker macunu, şeker helvası satan esnafı nasıl tanımlayacağız şimdinin harika çocuklarına. O çocuklar ki bilgisayarla doğdular, İnternet’le, iPhone’la büyüyorlar.
İşte bu da böyle bir bayram yazısı. Okurların, tüm meslektaşların ve bayramları, seyranları cezaevlerinde koğuşlarında karşılayan tutuklu ve hükümlü tüm gazeteci dostların bayramlarını gecikmeyle de olsa kutlamak istiyorum.Yaşama sevincine olan tutkumuz tükenmesin diyorum.Ve Metin Eloğlu’nun ŞİŞEDEKİ şiiri ile bu bayram yazısını sonluyorum:
Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir
Tutar insana yaşamayı sevdirir.”