İnanılır gibi değil. Yani yüzüyorsun yüzüyorsun, yolun sonuna az kaldı. Bitiyorsun, tükeniyorsun, boğluyorsun. Ben şunu anlamış değilim. Şampiyonluğa oynayan bir takımsın. Ama bunun için yapman gereken hiçbir şeyi yapmıyorsun. Korkuyorsun, siniyorsun, sürekli kazanacağına inandığın bir futbol mantalitesiyle yoluna devam ediyorsun. Üç tane ön liberon var, Fink, Ernst ve Uğur İnceman. Böyle bir şey nasıl oluyor ben anlamak istiyorum. Tabii ki de anlayamıyorum. Bu oyuncular doğru dürüst üç pas yapamıyorlar. Ne hücuma katkı sallıyorlar, ne de defansa. İş yapabilecek, bu takımı yönetecek, yönlendirecek bir tane futbolcun var o da Yusuf. Yusuf’u da sol tarafta kullanıyorsun. İsmail Köybaşı, daha düne kadar Milli Takım’da oynamıyor muydu? Kanatlardan bir tane onganizasyon gerçekleştiremiyorsun. Nobre, sürekli kenarda oturuyor. Son dakikalar risk alıyorsun, Nobre’ye görev veriyorsun. Serdar Özkan’a görev veriyorsun. Ondan sonra da rekip takım Trabzon’a pozisyon veriyorsun.
Fakirlik yaramadı
Alanzinho aldığı her topta tehlikeli oldu, takımını hücuma kaldırdı. Sendeki Holosko da çabuk oyuncu ama geri vitese takmış gibi futbol oynuyor. Takımın en iyi iki oyuncusu kim biliyor musunuz? Birisi Rüştü, diğeri de onun yerine kaleye geçen Hakan. Bundan ötesini siz düşünün. Sen şampiyonluğa oynayan bir takımsın. Daha çok inanman gerekir. İyi konsantre olman gerekir. Canbaz gibi ipin üstünde yürüyorsun. Düşmemen gerekir. Ama nedir bu keşmekeşlik anlamış değilim! Bobo bir pozisyon yakalıyor ve top direkten dönüyor. Bunun dışında kaç tane pozisyonun var. Burada şu gerçeği de gözardı edemeyiz. Bu takımın kulübesi sakatlıklar yüzünden eksildi. Futbolu da eksildi. Denizli hocanın en büyük kozu kadro zenginliğiydi. İstediği gibi oynuyordu. Fakirlik, Mustafa hocaya göre değil. Şenol Güneş, daha derli toplu bir takımla şanssız bir şekilde bana gore üç puanı kaybetti. Ama bu Trabzon, yenilmeyecek bir takım da değildi. Her iki takım da sıradan bir futbol sergiledi. Neticede en büyük yarayı da Beşiktaş aldı.